menu Menu
Yanan Mantra Ağaçlarının Küllerinden Doğan Felsefi Söyleşilerin Berılyum Taşına Yansıyan Halleri Önce Beklemek Sonra

Zihnin kıvrımları arasında tasarlanan hayalî kentler, bireyin içsel dünyasını yansıtan metaforik mekânlar olarak düşünülebilir. Bu kentler, dış dünyanın dayatmalarından uzak, öznel huzurun ve anlam arayışının ifadesidir. Çünkü modern yaşamın kuralları çoğu zaman bireyin ruhsal yapısıyla çelişmektedir. Bu çelişki, insanı bir arayışa; yani ait olduğu, kendilik duygusunu sürdürebileceği bir alanı bulma çabasına yöneltir.

Gerçeklik ile hayalî kent arasındaki ilişki, felsefi anlamda bir “geçiş alanı”dır. Birey kimi zaman bu boşlukta kaybolur, kimi zaman ise yeniden var olur. Bu süreç, çizgisel değil, daha çok akışkan bir yapıya sahiptir. Söz konusu geçiş, kişinin kimliği, arzuları ve sınırlarıyla doğrudan bağlantılıdır. Neyi benimsediği, neyi reddettiği ve hangi değerleri içselleştirdiği, bu alanın niteliğini belirler.

Mevcut toplumsal düzen, uyum sağlama ile benlik mücadelesi arasındaki dengeyi çoğu zaman bozmuştur. Uyum, geçici bir huzur sağlasa da bireyin özgünlüğünü bastırabilmektedir. İnsan, görünür olma arzusuyla kendini törpülemeyi öğrenir; ancak bu törpülenmenin sonunda kalan öznenin hâlâ “kendisi” olup olmadığını sorgulamaz. Zira günümüzde görünürlük, değer ile eşdeğer sayılmaktadır. Bununla birlikte, “ışığın kaynağı”nın ne olduğu, “gücün mahiyeti” ya da “kime hizmet ettiği” pek sorgulanmamaktadır.

Toplumun bireylere sunduğu hâkim senaryo, rekabet etmek, kazanmak, tüketmek ve yükselmektir. Bu senaryonun dışına çıkmak, yalnızca alternatif bir yol seçmek değil; aynı zamanda cesaret ve bedel gerektiren bir eylemdir. Zira sistemin dışında kalmak, çoğu zaman yalnız kalmakla özdeşleşir. Ancak her yalnızlık yıkıcı değildir. Bazı yalnızlıklar, bireyin içsel derinliğini artırır ve onun öz sesini daha net duyabilmesine imkân verir.

Başarı kavramı da bu bağlamda tartışmalıdır. Modern toplumda başarı, genellikle görünür kazanımlar, statüler ve niceliksel ölçütlerle tanımlanır. Oysa içsel bütünlüğü dikkate almayan hiçbir başarı tanımı sahici değildir. Ruhsal huzur satın alınamaz; içsel bütünlük, dışsal övgülerle inşa edilemez. Gerçek başarı, bireyin kendi zihinsel evreninde kurduğu görünmez kentlerde özgürce dolaşabilmesi; kimliğini yitirmeden, kalabalıkların içinde kaybolmadan varlığını sürdürebilmesidir.

Güç kavramı da benzer biçimde yanlış anlamlandırılmaktadır. Güce sahip olmak ile gücün esiri olmak arasındaki fark, çoğu zaman göz ardı edilir. Oysa gerçek güç, dışsal dik duruştan ibaret değildir. Aksine, bireyin kendi iç terazisini kurabilmesi, hırslarını denetleyebilmesi ve gücü sessizlik, tevazu ile yeniden tanımlayabilmesiyle mümkündür. Bazen geri çekilmek, görünür bir zirveye ulaşmaktan daha büyük bir içsel zaferdir.

Sonuç olarak, en onurlu duruş; kalabalıkların alkışına değil, bireyin kendi vicdanına kulak verebilmesidir. Dış dünyanın gürültüsüne rağmen içsel sesi duyabilmek ve o sese sadık kalabilmek, ait olunan yerin keşfini mümkün kılar. 


Önce Sonra

keyboard_arrow_up