menu Menu
Nefesin Ardındaki Sır
Bize zorluk çıkaranları da solunum odalarında hapsedip koku reseptörlerini felç ederek ve öfke nöbetlerine girerek bu durumun acısını yaşattık.
Birgül Karagöz N°1 / Güz, Öykü
Bir Rüya Gördüm Önce Yanan Mantra Ağaçlarının Küllerinden Doğan Felsefi Söyleşilerin Berılyum Taşına Yansıyan Halleri Sonra

Bir süredir eşim Angelika da ve ben de koku almakta zorlanıyorduk. Ne olduğu hakkında pek bir fikrimiz yoktu. Belki nezle ya da grip miyiz diye düşünürken koronavirüsü yeni atlattığımız aklıma geldi; belki de bu sebepti. Ertesi gün yan komşumuz Kevinlara sorduğumda benzeri bir sıkıntı yaşadıklarını öğrendim. Onlar da yaklaşık bir haftadır koku alamıyorlarmış ve hastaneye gitmişler. Atlatılan koronanın bir yan etkisiymiş.

Aşının ardından ve bu hastalığın üzerine şimdi de koku körlüğü yaşıyor olmamız bizi çok yormuştu. Ülke korkunç bir hâle gelmişti; bir de üzerine bu sıkıntı. Sanki her şey çok da yerindeymiş gibi. Ülke totaliter rejimle idare edildiğinden beri çok şey değişmişti: Kadınların özgürlükleri ellerinden alınmış, kendilerini ifade etme hakları sınırlanmıştı. Ayrıca taşıyıcı annelik uygulamaları anne ve bebek arasındaki bağı daha da zayıflatmıştı. Dahası, kadın olmak metalaştırılmış, bir imge hâline getirilmişti. Güzelim şehir San Diego gibi birçok turistik, rahat ve çekici görünümlü şehir bir banliyöye dönüşmüştü. Ülkenin tümü acı bir hâle bürünmüştü. Tabiat harap edilmiş; ağaçların ve doğanın yerini kurak toprak ve çamur almıştı. Derken koronavirüs yaşandı; olan baskı ve sınırlamalar daha da yoğunlaştı.

Devlet soruna bir çare olarak “solunum odaları” kurmuştu. Ücretsiz olarak herkesin bu kabinlere girip bu tedaviden faydalanması zorunluydu. Angelika ile bu kabinlere gidip iyileşmeyi bekliyorduk. Oldu da: Bir haftaya kalmadan koku duyumuz iyileşmeye, ikinci haftanın içinde koku duyumuz gelişmeye başlamıştı. “Gelişmeye başladı” diyorum çünkü hiç olmadık kokuları algılamaya başlamıştık. Kokusunu alamadığımız şeyleri de koklamak hem şaşırtmış hem de korkutmuştu bizi. Parfüm işleriyle uğraşan bir arkadaşım vardı; laboratuvar kısmında çalışıyordu. Ona sormayı düşündüm ama nedenini bilmediğim bir nedenle benimle konuşmayı reddetti. Bir tuhaflık vardı. O zaman yanlış bir gidişin olduğunu anladım, ama ne olabilirdi ki? Derken aklıma tesisat işlerini bilen Henry geldi ve bir de kimyager arkadaşımdan yardım istedim. Onları solunum odalarına gizlice soktuktan sonra buradaki bazı numuneleri de alıp incelemeleri için verdim. Filtreleri alıp incelediklerinde ve kokulara baktıklarında programlanmış ve sistematik bir koku algısı oluşturulduğunu söylediler. “Bu ne anlama geliyor?” diye sorduğumdaysa daha şaşırtıcı bir açıklamayla karşılaştım: Kokladığımız kokuların, bizi iyileştirmenin de ötesinde, bizi bir robota dönüştürüyor olmasıydı. Fazla zamanım kalmamıştı. Sokağın havasında da farklı bir tat ve koku algılıyordum. Çevremdeki bazı insanlardaki değişiklikleri de gözlemliyordum. Yan komşumuz Kevin ile konuştuğumda çok tuhaf davrandığını fark ettim. Sanki kendisi gibi değildi; bir yere yetişmeye çalışır gibiydi. Donuk ve durağan, bir robot gibi davranıyordu.

Angelika ile hemen bir medikal eczaneye gidip iki maske edindik. Artık evde de kalamazdık; göze batabilirdik. Yerin altına gitmeliydik. Burada bizi bulmaları zaman alırdı, en azından öyle umduk. Foseptik çukurundan bata çıka giderken biriyle karşılaştık. Ben bu kişinin boruları temizleyen biri olduğunu düşünürken, bir an önce buradan çıkmamız gerektiğini düşünürken isminin Ryan olduğunu söyleyen bir kadınla karşılaştık. Evet, kadındı; adı da Ryan’dı. Konuşmalarımızdan da neden bu ismi kullandığından bahsetti. Kadın olarak bu işin zorluğundan söz etti. Bir evladını yitirmiş, bir diğerini taşıyıcı anne olarak vermek zorunda kalmış; bebeği zengin bir aileye verilmişti. Sohbet ilerledikçe “Doğadaki Savunucular” olduklarını öğrendik. Bizi yer altındaki karargâhına götürdü. Yüzümüzdeki maskeleri çıkarmamızı söyledi ve bize doğal, güzel kokular içeren bir şişe uzattı. Bunları koklamamızı istedi. Gerçekten de kendimizi iyi hissettik. Kokuların burnumuzdaki reseptörlerdeki uyuşmayı yok ettiğini fark ettik. Teşkilatın 45–50 kişilik kısmı buradaydı; diğer üyeler ülkenin farklı noktalarına mevzilenmişti. Yine yer altındaydık. Ryan bize durumun vahametini anlattı: Solunum odalarının bilinçaltına koku salgıladığı, insanları itaatkâr, uyurgezer ve uyuşuk hâle getirdiği doğruydu. Kevin’daki tuhaflığın nedeni de buydu.

Tüm parçalar yerine oturuyordu artık: Virüs koku reseptörlerimizi uyuşturuyor, sonrasında solunum odaları devreye giriyor ve şimdi de havada salınım hâlinde uyuşturan koku molekülleri dolaşıyordu. Devlet bunları yaparak toplumun kendisine itaat etmesini sağlamakla kalmıyor, halkın toplumsal bilincini ve savunma yetisini de elinden alıyordu. Baskıcı rejimin kökünde de bu yok muydu zaten? “Kimse düşünmesin ve kimse itiraz etmesin.” Dedikleri gibi de oluyordu.

Şimdi bizi büyük işler bekliyordu: Medikal eczanelerden maskeleri çalmak, hastanelerden insanları çıkarmak ve bir panzehir icat edip havaya bu kokuyu salmak gerekiyordu. Ryan burada beni ve bana bağlı on bir kişiyi görevlendirmişti. Tesiri dağıtmak ve tılsım etkisi yaratan bu kokuların etkilerini gidermek için Ryan bir formül bulmuştu. Laboratuvarda bu formülü çoğaltması ve dağıtması gerekiyordu. Ekibiyle bu formülü gerekli sayıya ulaştırdığında yeteri kadarını bize ve diğer direnişçilere verdi. Ülkenin diğer yerlerindeki örgüt çalışanlarına da bu formülleri vererek aynı gün ve saatte panzehirin halka solutulmasını planladık; devletin tedavi yöntemi için gelen hastalar bu formülle gerçek sağlıklarına kavuşacaktı. Her şey yolunda giderken solunum odalarına geldiğimde ensemde ağır bir ağrı hissettim ve yere yığıldım. Kendime geldiğimde elimdeki formül şişesi çoktan gitmişti. Gizlice kapıdan çıkıp gitmek isterken Kevin ile karşılaştım. Ne olduğunu artık daha iyi anlıyordum. Kevin uyurgezer gibi dolaşıyor ve bir hizmetkâr gibi çalışıyordu. O da onlardan biri olmuştu. Ama aklıma bir fikir geldi: Cebimde daha önce laboratuvarda yetiştirilmiş olan gül goncası kokusunu onun yüzüne tutmayı denedim. Çiçeğin kokusunu almasıyla kendine geliverdi. Şaşkın ifadeyle bakan Kevin’a olanları anlattım. İnanmakta zorlansa da safımıza katıldı. Ailesini görmek istedi. Ancak bunun şu an için mümkün olmadığını söyleyince bana sert çıktı ve görmekte ısrar etti. Onları gördüğünde eskisi gibi değillerdi; bir robottan farksızdılar. Fakat solunum odalarına gidecekleri gün gelmişti. Kevin’ın benden aldığı formülleri kullanarak solunum cihazlarına döktük. Solunum yapanlar kendine gelerek sağlıklı ve şaşkın bir hâlde dışarı çıktılar.

Bu durumu haber alan hükümet duruma el koydu ve direnişçilerin elindeki tüm formülleri ele geçirdi. Tüm laboratuvarları da imha etti. Biz zar zor yer altına kaçabilmiştik. O kadar çabamız boşa gitmiş gibiydi. Şimdi ne yapacağız diye düşünürken Kevin’ın aklına bir fikir geldi: Hükümetin laboratuvarlarından malzemeleri çalmak. Güvenlikten sorumlu arkadaşımız bizi şifreli ve yüksek korumalı olan bir laboratuvara götürdü. Yine yerin altında bir laboratuvar kuracaktık. Önceden hazırladığımız ve özünü aldığımız bitki ve çiçek esanslarını formüllere karıştırarak panzehri tekrar elde ettik. Fakat formülleri artık solunum odalarında kullanmamız mümkün görünmüyordu; farklı bir güvenlik sistemiyle insanlar odaya alınıyordu. Tek çaremiz vardı: Formülü havaya karıştırmak. Bunun sonuçlarını alabilmemiz için birkaç güne ihtiyacımız vardı. Havaya birkaç uçak dalgası yapmıştık; havadan püskürtülen ilaçlı formül etrafa yayılmaya başladı. Formülün değdiği ve ilacın dokunduğu insanlar kendine gelmeye ve adeta uyanmaya başlıyordu. Evlerinde olan insanların kendine gelmesi için de içme suyuna ilaç sızdırmıştık. Aradan geçen birkaç günün ardından her şey ve herkes düzelmiş gibiydi.

Son aşama olarak totaliter rejimi ortadan kaldırmak gerekiyordu. Onları kendi silahlarıyla vuracaktık — öyle de oldu. Hazırladığımız formülleri onlara zarar vermeyecek şekilde enjekte ettik. İçlerindeki öfke ve hırs duygularını sindiren ilaçları şırınga ettikten sonra ve atmosferdeki havanın da bu durumu desteklemesiyle böyle bir rejimi bertaraf etmiş olduk. Bize zorluk çıkaranları da solunum odalarında hapsedip koku reseptörlerini felç ederek ve öfke nöbetlerine girerek bu durumun acısını yaşattık. Yaptığımız çabanın bizi nereye taşıyacağı belirsizdi ama hiçbir canlıya zarar vermeden bu zorlu olayın üzerinden gelmenin sevinci üzerimizdeydi. Biz onlardan farklıydık ve ayrıcalıklıydık; karanlığın puslu kokusu arkalarında kalmıştı artık.

Ülkede sonrasında yeni bir rejim ilan edildi. Demokratik adımlar atıldı; önceki rejimdekiler yargılandı; insanların haklarına kavuştuğu, kadınların özgürlüklerini yeniden yaşadığı bir düzene dönüldü. Bizler haklı mücadelemizde, doğru serüvenimizde ve iyiliğe götüren çabamızda güzel bir sona ulaşmıştık. Ryan’ın zaferde söylediği sözse: “Doğruluktan ayrılmadan, iyiliği çok yormadan ve güzel olana ulaşarak geldik.” Ülke feraha, insanlar doğruluğa, güzellikler yuvasına ulaşmış oldu.


Önce Sonra

keyboard_arrow_up