Aynaya karışır gibi suda parladı
onu gördüm, başımla göğün kıvrağı yerinde
en kabarmış çelik, bembeyazdı
benim artık ağzım kalmadı dedim içimden
ağzımı bıraktım
durduğum yer aydınlık
bu kadar çıplağım.
Pençesine bir taş değmiş de izi kalmış
hafif esen rüzgârda bile sendeledi tüyü kızılgerdanın.
On on iki sıra kolay yüzdü balıklar
suya doğru kanatlandığında o
alnımı ağaca yasladım
boynu halka halka yekten
de ki yaşamayı unutma,
kabuğu tekrar etmiş olmayı
beni buradan buraya
toprağın hattına çeken
bezenmiş bir ormanı aramaya durdum.
İç dünya bazen dilsiz, insan çoğu şeyin
damarında incecik
sanki tastamam eti, yayılmış
say ki başımı ileri uzatırken yüzüm
kuş yeni bulduğum ifadeyi karşıladı.
Siyah gagası, gri yay ile karnı
uzun hem bacakları eşit
suyun bu tarafı ise kâğıttan.
Ellerim birden oldu, başından sonuna
ormanı çok daha yakında sandığım
dağların sırtına, bocurgattan yükselir sesin sese çarpışı
bana
onu ara,
onu bul.