“Bir dürtü; tam da arzunun diyalektiğine yakalanmayan, diyalektikleştirilmeye direnen bir taleptir. Talep hemen her zaman belli bir diyalektik dolayım içerir. Bir şey talep ederiz ama aslında bu talep yoluyla başka bir şeyi, hatta bazen talebin düz anlamını reddini hedefleriz. Her taleple birlikte, zorunlu olarak şu soru gündeme gelir: ‘Ben bunu talep ediyorum ama aslında bununla neyi istiyorum?’ Dürtü ise tersine; belli bir talepte ısrar eder, alengirli diyalektiğe yakalanmayan ‘mekanik’ bir ısrardır dürtü: Bir şey talep ederim ve bunda sonuna kadar ısrar ederim.”
Slavoj Žižek, Yamuk Bakmak

Giovanna pencereyi açar ve kendi evinin penceresine doğru bakmaya başlar. Başka bir evin penceresinden evini, ailesini, karşı pencereyi izlemeye başlar. Çocukları ve kocası mutfaktadır, neşelidir. Birbirleriyle sevecen bir şekilde şakalaşırlar. Eşi, ilk kez işe yaramaz bir insan olarak görünmez gözüne. Çocuklarını zaten seviyordur lakin belki de ilk kez, bir prangaymış gibi hissetmeden görmeye başlar. O evden, sevgilisinin yanından ayrılırken onunla birlikte olamayacağını, birlikte yeni bir hayata başlayamayacaklarını söyler ve karşı pencereden kendi penceresine doğru yola çıkar.
Ferzan Özpetek’in “Karşı Pencere” filmindeki Giovanna karakteri, Şule Gürbüz’ün dediği gibi: “İnsan ara sıra evini yakmalı ve çıkıp seyretmeli.” sözünü doğrular şekilde bir eylem gerçekleştirmeseydi farklı bir gözle yeniden bakabilme şansını yine de edebilir miydi? İçinde olduğu hayat ve her gün bağlı olduğu rutinleri, yapmaya mecbur oldukları belki buna asla izin vermezdi. Karşı pencereden hiçbir vakit izlememişti hayatını. O yangını, sevgilisine doğru yavaş yavaş çekilmeyi, ilk zamanlar hür iradesiyle başlatmadı belki lakin zamanla alevlerin büyümesine gönüllü olarak katkıda bulundu. Nihayetinde kendinin hiçbir zaman içinde olmadığına inandığı hayatını, kısacık bir an, karşı pencereden izleme fırsatı buldu. Zizek’in de dediği gibi “doğru noktadan yamuk bakmayı” başardı.
Sadece hayatta kalmayı düşünme. Talep de etmelisin. Sadece hayalini kurmayıp daha iyi bir dünyada yaşamayı…

Bir başka filmimiz olan “Tokyo Sonatı”nda ise ev hanımı olan karakterimizin sadece bir günlüğüne evini yakıp (metaforik olarak) uzaktan seyretme hâli de çok kıymetlidir. Bir hırsız evini talan eder, kadını zorla kaçırır. Kadın tüm bu olan bitene karşı önce şaşkın ve korkmuş hâldeyken, sonra durgun bir suya dönüşmeye başlar. Issız bir yerde ve kulübede bir gece, bilmediği bir yabancıyla vakit geçirir. Yabancı, ona herhangi bir zarar vermez. Dahası kadın bu tuhaf kaçırılmadan ve o yabancıyla vakit geçirmekten sessiz bir memnuniyet duyar. Sabah uyandığındaysa uzun uzun nehre bakar. Tek bir günün sonunda, tüm yakma girişimleri son bulmuş ve suya bakıp düşüncelere dalmış hâldeyken bu yangını dindirmek mi gerekli yoksa bunu daha da harlayıp kendine ait bir hayat mı talep etmeli mi, kadın karakterimiz işte tam bu esnada yamuk bakmanın gereğini yapmış olur.
Nihayetinde ev hanımı, anne, eş dışında herhangi bir sıfata bürünememiş aile tablosunda; yine aynı sıfatlarını yüklenerek eve geri döner. Fakat arınmanın kıyısında bir nebze ferahlamış, farklı bir ben’e tam varamasa bile yolculuk hâlinden memnun bir kadın olarak ya da Birhan Keskin dizeleriyle ifade edecek olursak ‘’mutsuz ama bahtiyar’’ olarak tabloya yeniden girmiştir.
Karşı Pencere ve Tokyo Sanatı…
İki filmde de kadın karakterler neticede eve dönerler ancak yeni bir bakışla ve sadece yaşamayı düşünerek değil, talep ederek dönerler. Zihin; olayları çoğu kez aynı mekânın içinde, aynı dehşet formunda görür. Olayların bükülüp aynı gerçeğin başka bir suretine geçebilmek için, yani yeniden o tabloyu ve o tablodaki yerimizi sevebilmek için büyük hadiselere maruz kalmak, bazen bile isteye bunu yapmak gerekiyor.
Evimizi ara sıra yakmak ve seyretmek ya da:
Aynı açıdan bakarak; kendisini, defalarca karşımıza dikilen bir canavara dönüştürüp bizi mahvedecek olan şeylere bir de yamuk bakarak canavarı alt etme kabiliyetini kazanmak gerekiyor.
Ve bu duruma imtiyazlı bir yerden bakmayıp, işler çığrından çıkmadan yapma kabiliyetini de kazanmak hiç fena olmaz. Yoksa hayatta öyle bir an gelir ve bunu yapabilmen, senden zorla talep edilir.