menu Menu
Hikâyede Kalmasın
Sevgili okur, bilmeni isterim ki şimdi okuyacağın, farklı zaman ve mekânlarda yaşanmış bu hikâyelerin kahramanı olmayı ben de istemezdim.
Nilüfer Altunkaya N°1 / Güz, Öykü
Bavuldaki Hikâyeler Önce Cennet ve Cehennemin Yeryüzüne İnişi Sonra

Sevgili okur, bilmeni isterim ki şimdi okuyacağın, farklı zaman ve mekânlarda yaşanmış bu hikâyelerin kahramanı olmayı ben de istemezdim. Bunun nasıl bir duygu olduğunu sen de bilirsin belki. Sana ait olmayan bir hayatı yaşar gidersin. Her şey bundan ibarettir. Hikâyeni terk edemezsin. 

Benim ve ailemin başından geçen bu olayları duyduğunda çok üzülüp hayattan bir süre keyif alamamış olabilirsin. Aynı gemide batıyor olduğumuzu düşünmüş ve isyan edemesen de çaresiz hissetmiş olabilirsin. En azından bir süreliğine. Bir de benden dinle o zaman olan biteni. 

Biraz heyecanla, biraz telaşla, baldızın nişanı için İstanbul’a gitmek üzere yola çıkmıştık. İnsanı bunaltan, hayatı ağırlaştıran sıcaktan trenin klimayla serinleyen ferahlığına atmıştık kendimizi sonunda. Kazanın hemen öncesinde karım hafiften uyuklamaya başlamıştı. Kızlar önümüzde oturuyordu, telefonlarının ekran ışıklarını görüyordum. Bilemezdim ki. Kimse bilemezdi. Yağmur başlamıştı, yaz yağmuru, tren hafiften sarsıyordu, yolda olmak insanın içinde bambaşka kapılar açıyordu, hüzünle huzur arasında trenin ritmine uygun bir ruh hali içindeydim. 

Sonra birdenbire yer sarsıldı ve o acayip gürültünün ardından her şey allak bullak oldu. Gözlerimi açtığımda hastanedeydim. Hemşirelerin yüzünde dalgalanan derin acıma duygusunu okuyabiliyordum. Tedirgin bir halde, bulanık bir zihinle, acılar içinde ne kadar yattım bilmiyorum. Kimseye soramadan anladım karımı ve kızlarımı kaybettiğimi. Kaybetmek, ölüm için kullanılabilecek en güzel ifade. Kayboldular birdenbire. Onlardan bana kalan karanlık boşluk beni de alsın istedim. Kurumuş bir ağaç gibi onların yokluğunda kök salmaya başladım sonra. 

Bu sabah her şeyi yeniden planladım. Şehrin işlek caddesinde tramvayın  hızlanmaya başladığı zamanı iyi ayarlamam gerekiyor, bu kurumuş ağacı köklerinden sökmek için. Yine de tereddüt eder miyim acaba diyorum. Kendimi tramvayın önüne atarken hafifleyeceğimi hayal ediyorum hep. Karanlığa değil de gökyüzüne kavuşacakmışım gibi geliyor ama yine de son anda korku ağır basar mı acaba diye de düşünmeden edemiyorum. 

Vurdumduymazlık sonucu yaşanan olaylardan sonra adalet arayışı beni ayakta tutuyordu galiba. Adalet, onu aramaya başladığınızda bulamayacağınız yerlere saklanıyormuş meğer. Facialarda ölenlerin sadece birer isim değil, birer hayat olduğunu anlatmaya çalışacak gücüm kalmadı artık. Uzun zamandır sadece yorgunum. Belki birbirine benzeyen kâbuslar görüyordum, belki de herkes uykudayken sadece ben uyanmışımdır, hayat denen rüyanın tam ortasında. Bazen sen de aklını kaybedecek gibi oluyorsan beni anlarsın. Delirmeyi o kadar çok istedim ki. Ama deliremedim işte, zihnim bana oyunlar oynasa da tamamen terk etmedi beni. 

Zaman gerçekten akan bir şey mi yoksa kaskatı damlalar halinde insanın tenine batan bir şey mi? Bilmiyorum. Artık hiçbir şeyden emin olamıyorum. 

Sesimi duyan var mı diye bağırmak istiyorum kalabalığa doğru. Bazen sadece avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum. Sesim çıkmıyor. Ve sonra başka anılarla dolup taşıyorum. Başka hayatlardan benim hikâyeme de bulaşmış hikâyelerin kahramanı oluyorum. Olay zamanı ve mekân değişiyor. Hazırsan yeni hikâyemiz başlıyor şimdi. 

Evimizdeydik. Kızlar odalarında, her zamanki gibi. Necla’yla ben ikinci sezonu başlayan dizimizi seyrediyorduk heyecanla. Mısır patlatmıştım belki kızlar da bizimle salonda dizi izlemeye tenezzül eder diye. Mısırlarını alıp odalarına çekilmişlerdi. Gülümsemiştik bizden kaçmalarına. Biraz daha, biraz daha derken epey geç saate kadar kitlenmiştik televizyona. Sersem gibi kendimizi yatağa attığımızda saat üçü geçmişti. Dizi o kadar hareketliydi ki görüntüler gözümün önünde hâlâ akarken uyku tutmadı bir türlü. Yatakta dönüp durdum. Kalkıp su içmek için mutfağa giderken kızların odasına göz attım. Melek gibi uyuyorlardı. Üstlerini örttüm. Mikrodalga fırının saati 04:15’i gösteriyordu. Bir daha bu dizi manyaklığına kapılıp uykumu heba etmemeye karar verdim kendimce. 

İnsan gecenin sessizliğinde bazen başka dünyaların sınırlarında dolaşıyor gibi hisseder ya. Öyle hissettim. Mutlu bir adamdım. Karımı seviyordum. İki tane pırlanta gibi evladım vardı. İyi kazanıyordum. Her şeyin yerle bir olmasına dakikalar kala ben, mutfakta oturmuş bunları düşünüyordum. 

Onlar yataklarında mışıl mışıl uyurken başladı deprem. Korkunç seslerle sarsılmaya başladık ve önce zemin yok oluverdi. Kızların odasına doğru koşmaya çalıştım ama savruldum. Ayağınızın altından zeminin çekildiğini düşünün. O sırada başıma düşen beton parçalarının etkisiyle bayılmış olmalıyım. Ne kadar zaman geçtiğini anlayamadım ama toz duman arasında sızlayan bedenimi fark ettiğimde anladım olan biteni. Elimi kavrayan biri vardı. Seni kurtaracağız diyordu. Uğultunun içinde onu duyuyordum. Bu enkazdan neden sağ çıktığımı bilmiyorum.

Koca şehirler nasıl da altüst olmuştu, anlatacak kelime bulamıyorum o günleri. Toz, duman, çığlıklar, gözyaşları, umut ve umutsuzluk… Enkaz altındakiler için kritik zamanlar başladı sonra. Yıkıntılar arasından güzel haberler beklerken karımın ve kızlarımın cesetlerine ulaşmak bile acı teselliye dönüştü sonrasında. Hâlâ, belki de yaşıyorlardır diye umutlandığım oluyordu. İnsan gerçeği bilse de yürek, avunmak için bahane arıyor işte. Ben bu doğal afetten sağ çıktım ama hayatta kalmak yaşamak değil ki. 

Eğer doğru hamleyle atarsam kendimi, tramvay yavaşlayamaz ve kurtulma şansım olmaz. Bu yüzden bu kalabalık durağı seçtim. Bunca acıdan sonra intihar notu bırakmak havalı olabilirdi ya da sosyal medyada paylaşım yaparak ölümü seçişimin etkisini artırabilirdim. Sen yine mağduriyetime maruz kalırdın ama ben sessizce gitmek istedim. İlaç içmek daha kolay bir yol olabilirdi, elbette düşündüm bu seçeneği de. Ama ya dozu ayarlayamazsam, ya midemi yıkayıp beni kurtarırlarsa diye vazgeçtim. Belki de uykuda ölmek istemiyorum. Aklım başımda olsun, bu bedeni ölümün kucağına kendi ellerimle atıvereyim istiyorum. 

Yangın var diye bağırasım geliyor kalabalığa. Yanmak ne kadar da metaforik değil mi? Yüreğin yanması var mesela. Alev topuna dönüşür de yanar durur sonra köz olur ama sönmez. Sen yanmazsan, ben yanmazsam… demiş ya şair… Kendimi yaksam n’olur? Sosyal medyada kaç beğeni alır bu çaresiz babanın kendini yakması? Neyse zaten ben sadece bir hikâye kahramanıyım. 

Öyle güzel bir gün geçirmiştik ki o gün, yorgunluktan zor atmıştık kendimizi yataklarımıza. Öksürerek uyandığımızda duman odayı sarmaya başlamıştı. Önce neler olduğunu anlayamadık. Sonra yangın ihtimalini düşündük. Kar kokusu, is kokusuna dönüştü. Yardım bekledik bir süre. Alarm falan duymamıştık ama elbette yardıma geleceklerdi. 

Beni burada bekleyin dedim eşime. Koridora çıktım, yan odalardan birinde çarşafları bağlayarak pencereden kurtulmaya çalışıyorlardı. Geri döndüğümde karımı ve kızlarımı bıraktığım yerde bulamadım. İnsanlar çığlık çığlığa yardım istemeye başladı. Öksürükler, ağlamalar, çığlıklar… Pencereden sarkıttığımız çarşaflar son kurtuluş umudumuzdu artık. Onlara ulaşmaya çalıştım ama koridorlarda dumandan göz gözü görmüyordu. Belki dışarı çıkmayı başarmışlardır dedi biri. İnanmak istedim. Odada kalan en son kişiydim, sonunda çarşafa tutunarak indim ve nasıl olduysa kurtuldum o cehennemden.

Artık hiçbir faciadan kurtulmak istemiyorum. Ben sadece acılı bir baba değilim. Bu hikâyelerde yası tutulmamış olanlardan arta kalanım. Artık huzura kavuşmak istiyorum. Hepsi bu. 

Yangından sonra olan biteni anlamak daha çok acı verdi. Acı çoğaldıkça hissedemez mi oluyoruz? Ne dersin dostum? Yoksa nasıl dayanır insan? Umudunu kaybetme diyenler oluyor. Umut… Sadece devam edemiyorum, sen de bunu anla. Benimki haklı bir ötenazi kararı aslında. 

Şimdi huzura kavuşacağım yere yaklaşıyorum. Belki sen de yanımdan geçiyorsun. Artık kimsenin kimseye aldırmadığı şu dünyada bir an bakışıyoruz ve hikâyemi hatırlıyorsun. Belki de beni ve yasımı çoktan unutmuşsundur. Kim olduğumu fark etmeden geçip gitmişsindir yanı başımdan. 

Hayat içimizden akarak çoğalan bir şey mi yoksa bizi defalarca yok oluşun eşiğinde yapayalnız bırakan bir şey mi? Sorularımın cevabını bulamadım. 

Hazır mısın? Birazdan hikâyenin asıl olayı gerçekleşecek. Acımı dindirmek için bu yorgun gövdemi tramvayın önüne atacağım. Duraktan kalkmasını beklediğim tramvayın vatmanı için not yazıp cebime koysa mıydım acaba? Suçun onda olmadığını, vicdanını ferah tutması gerektiğini, hayatıma son vermeme yardım ederek aslında çok büyük bir iyilik yaptığını söylese miydim?

Vatmanın genç bir kadın olduğunu gördüm. Uzun siyah saçları vardı. Bu durum bir an duraksamama neden oldu. Büyük kızımın yaşlarındaydı. Onun meslek hayatında bir kara leke olacaktım belki de. 

Ben bunları düşünürken etrafta tuhaf bir hareketlilik dikkatimi çekti. Bir delikanlı deli gibi bağırıyor, kalabalık da çevresinde halka olmaya başlıyordu. Tramvay yolunda biriken bu kalabalığın ortasında böğürür gibi bağıran adamı da gördüm sonra. Elindeki bıçağı savuran delikanlı küfürler ederek hınçla adama yaklaştı. Etraftaki kalabalığın bir kısmı seyrederken bazıları telefonuyla görüntü alıyordu. Yanımdaki genç kız canlı yayın sunan bir haber muhabiri gibi olan biteni anlatıyordu. Delikanlı bir anda adamı bıçaklamaya başladı. Adam acıyla bağırarak yere yıkıldı. Tramvaydan telaşla inen genç vatmanı gördüm. Bıçaklı delikanlı şaşırdı bir an ona bakarken. Dalgınlığından yararlanıp öne atıldım ve delikanlıyı arkasından kavradım. Elindeki bıçağı düşürdü ve bağırıp çağırmaya devam etti. Vatman yaralı adamın yanına çöküp 112’yi arayın diye bağırmaya başladı. Görüntü almaya devam edenler kayda değer tepkiler vermiyordu. Yaşlı bir teyze de bağırdı yanındakilere. Seyretmeyi bırakın da ambulans çağırın, polis çağırın! Bir filmin içindeydim sanki. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Bana çok uzun gelen bu bekleyişin sonunda ambulans ve polisler geldiğinde ter içinde kaldığımı ve titrediğimi fark ettim.

Vatmanın simsiyah saçları vardı. Benim kızlarım gibi. Karakolda ifade vermek için beklerken kararmış çaylarımızı yudumlayıp sohbet ettik. Nişanlıymış. Bu olay olmasaydı kullandığı tramvayla beni ölüme götüreceğini söyleyemedim. 

Bu haber de kısa süre gündemi meşgul etti. Bu sefer mağdur değil kahramandım. Olayı haberlerde izleyince hem olan bitene hem insanların tepkisizliğine hem de o an beni kalabalığın içinden sıyıran içimdeki cesarete şaşırdım. Bazı gerçekler kurgulardan daha şaşırtıcı oluyor.

Yine ölemedim ve sonunda bir arama kurtarma ekibine gönüllü olarak katılmaya karar verdim. Sen bu kalabalığın neresindesin bilmiyorum ama ben artık sadece isimsiz bir gönüllüyüm. 

Gelecek çok uzak, geçmiş bütün gücüyle darmadağın ediyor her şeyi. Bugünü yaşamak için elimde ne kaldıysa onunla avunmaya çalışmak ve hayat devam etsin diye çırpınmak. Benim yaşamak adına yapabildiklerim bunlar. 

Eğer bir hikâyen varsa onu anlatan da olacaktır mutlaka. Benim hikâyemi anlatacak o kişi sensin belki de. Kim bilir?


Önce Sonra

keyboard_arrow_up