Gestapo sabahlara uyandık. Dışarıda örgütlü bir yalnızlık çanı çaldı, kahvaltıda yüreğim vardı. Yüreğimi ortaya bırakmışım. Çatal izleri…Her gelen kendi çatalıyla geldi. Seninki süslü, işlemeli altın sarısı, göz kamaştıran…En çok o yardı geçti yüreğin atan damarını. Sonrası nabız kontrolü, ambulans sesleri, hemşire telaşla vurmuşlar, diye bağırıyor. Ama bu nasıl olur, kanamıyor. Diğeri ona cevap verdi. “Kan içine akmış.” Sonra basamaklarımdan manzarama bakanlar sırtımda ayak izleri, topuk izleri bırakmış. O kadar çok kalmamışım ki yıldız tozu bile değilim artık tozumu aldılar. Görünür olmak bile korkutur oldu kabızlıkları tutacak diye insanoğlunun. İlkel beyniyle savaşan bir hayvan işte ne olsun? Biz sevgili doğa taklitçileri…
Kimliğim geldi bugün, postacı getirdi. Benim mi, dedim.
Başını salladı. Formalite, dedim.
– Ölülerin kimliği olmaz, onlar kimliksizlikten ölürler.
-Hanımefendi yaşıyorsunuz, kanıyorsunuz belli.
-Yaşadığımızı sanıyoruz kolektif şekilde deyip, kapıyı kapattım.
Kedim rüya; annesine hamam böceği getirmiş, Kafka’yı andık. Rüya’ya anlattım üzüldü, bıyıkları titredi, gözlerini kısıp arkasına bile bakmadan gitti. Sonra bilsem, öldürmezdim, dedi. Artık biliyorsun, beni de öldürme sevgili kedim ben de bazen hamam böceğiyim. Bu yazı bir adamı unutmaya çalışken oluştu ona dair her şeyi. Bir saat aralıksız göz göze bakarak öylece uzanırdık.
Gözler suç işlerken susturucu takan bir katil değil de neydi?
Ayrılık günü yüzü kutup dairesini andırıyordu. Yaklaşmakta olan bir kütlenin ağırlığı…Ben büyük Sisifonis (Kendimle alay ediyorum) sırtlandım kayayı. Bu yazı insanlığın olmamışlığını anlarken anlatmak için yazıldı. Her şeyden biraz vardı, her şey hiç oldu, hiç her şey oldu. Kader deyip konfor alanlarını daha da sağlamlaştırdılar, kadere sığınıp öldürdüler ,kader deyip üzdüler, öfkelerine kader dediler. Bir türlü kabullenemediler sadece bir parça toz. Yaldızlı ve parlak olan toz olmak için üstüne basıp geçtiler, vahşileştiler. İçlerinde vahşi dışlarında insan. Sadece bir parmak toz belki bir kitap rafında belki bir dolap rafında bir gün tarihin koca elleriyle sildiği toz. Esirgeyen ve bağışlayan bir adla başlayıp bağışlamadılar.
Ben seni bağışlıyorum bayım. Bağışlıyorum kırılan, çatırdayan, delikli kevgir kaburgamla seni bağışlıyor; öpüyor, kokluyor ve yolcu ediyorum gitmek istediğin o yerlere yeşilliklere, hayallere, patikalarında gürbüzleşmiş çiçekli yollara, petunyalarına, kavuşmak istediğin zinyalara. Seni sevgiyi öğrenmen için uzuncana olan yoluna teslim ediyorum. Ayaklarıma gitme ayakkabılarından aldım, vurdu. Hüzünden yamalı, sızıdan utançlı, gururdan ve ihanetten solmuş, boyası kirden atmış. Ben seni bağışlıyorum bayım, esirgiyorum rahmimle; anne yanımla, kadın yanımla, kınalı sandığımla, duvak almadım hiç kendime. Gözümde duvaklar kirletilmiş, gelinlerin soluğu kesilmiş. Hiç vitrinden gelinlik beğenmedim, gelinlikler de kırmızı lekeler gördüğümden beri. Beni bağışla bayım senin dünyanın gerçek kirleri benim gelinliklerime eş değil, beni unut bayım, feodalleşmeden savurmadan erkekliğini ver gelinliğimi,vitrinde kalsın bakmayacağım ona. Belki sadece yandan belki sadece arkasından ama karşısına geçmeyeceğim.
Bu sabah gökyüzü afili bir keder biçmiş yine göz göz olmuş içleri insanlığın. Kötüler güneşi vurmuş, iyiler ağıt yakmış, yara sarıyor; kötüler mahkûm edildikleri kötülüğe kaba sığmıyor. Bu sabah gökyüzü telaşsız ve paniksiz insanlığı tanıyor, kabulleniyor ve gürlemiyor. Evde elektrik gitti. Avuçlarımda liralar var candan ediyor insanı. Liralar çok kişinin canına kastetmiş. Büyük patron bize yüz çevirmiş doğruluk onun havsalasında bulunmuyor. Televizyon izlemem ben ama duyarım son dakikaları insanların son dakikalarını. Seninle benim son dakikamı nabzım teklerken hadi git ulan!Kaç sel baskını, kaç küresel ısınma, kaç deprem, kaç kaç kaç sen hep kaçarsın ben de bazen kaçarım ama sen hep kaçarsın. Sonra gelirsin, ömrün garantisini versin bayiler. Kaç taksit kim bilir, vadesi kaç, kim bilir kim bilir. Senelerce ödenen ev taksitleri ölümü garantileyen bankalar var. Mırmır kedi sesleri eşliğinde salça yapıyorum, mırmır kedi sesleri ve huzurun kokusu, salamuradandım, mırmır huysuzlandım mırmır, kalbim güzeldir de huysuzum bazen mırmır. At vuruldu bir şiirde belki ondan içim paramparça, İsmet Özel’e sevgilisi hayat yüz vermedi belki ondan, sen canıma kasıtlısın anladım belki ondan, en acısı sevmeyi bilmedin ondan. Sezen’in hâlâ avuçları kanıyor belki ondan, sarı odalar da duramıyor hâlâ. Peynir isimlerini birbirine karıştırıyorum. Güzel miydi gerçekten petunya mı dedin ona, zinya mı dedin? Kurutulmuş papatyalarım sevmiyorlar artık seni, adını duymak istemiyorlar, gözlerine en çok da gözlerine inanmıyorlar. Kirpiklerine düşürmüyorlar başlarını, kitlenip kalmıyorlar eriklerine. Tillahına sevmiyorlar seni, argosundan tut jargonuna sevmiyorlar seni (!)