uyandım, apansız
gökyüzü yırtılmış bir uykudan sızıyordu
bir rüyanın pasıydı dünya
gece henüz dağılmamıştı gözlerimden
bir yankı kaldı içimde, adı belirsiz bir iz
bir astımlık nefes gibi yürüyordu içimden sabah
her pencere örtük kendi üstüne yedi kat
geç kalmış bir şiiri zincire vurdum
dizeler kanadı ellerimden
kırık bir aynaya baktım sonra
yüzümde yıllar
gözümde çocukluğumun ekmeği
kanatları yanık kuşlar
rüzgârı unutan kelimelerdi onlar
bir çocuk devrildi sabahın ortasında
simitleri yuvarlandı taşlara
ufalandı günahına kentin
gözleri kentin sokak lambasında asılı
bir anne eğildi dizlerine -dizlerimde kendi gölgem-
elleriyle susturuyor rüzgârı
zaman eğildi, bir daha doğrulmadı içimde
yıkılmış bir dünyanın sesi dolanıyor odamda
duvarlar bile yas tuttu içime
ve ben duydum
bir kalp kırılınca nasıl susar şehirler
ben sanırdım dünya benimle döner
meğer her yüz bir başka doğuymuş
her göz bir başka gece
kalabalık büyüdü üzerime
ve ben küçüldüm sessizlik kadar
yağmurun diliyle konuşuyordu şehir
ben dinledim
sonra içime doldu bir karanlık su gibi
her biri bir başka ben
şimdi bir taş ısıtıyorum içimde
her gün aynı yerden ağrıyor kalbim
her ayrı bene
yeleğimin sol cebinde bir sevda
sancı mı desem! artık adı yok haritalarda
ama soluyor elim her dokunuşta
bir ürperti yoklar içimi
bir yel eser alnımdan içeri
belki oradan sızıyor bu cefa
belki toprağın bana unuttuğu bir söz
dünyanın kalbinde bir ben ağrısı
benler telaşesinde sesim gittikçe uzak
gecenin kendi gölgesiyle ağladığı yerde
ben artık hiçbir merkezin değilim
ama her yıkıntının içinde biraz benim
susmayı da öğrenemedim hâlâ
taşın, yelin ve kırık aynaların dilinde
her sabah yeniden doğar içimde bir çocuk sesi
dünyanın kalbinde bir ben,
benim kalbimde bir dünya ağrısı