© 2025 Kulta.
Tuğba Martin N°3 / Yol, Söyleşi

Çocuk edebiyatından yetişkin edebiyatına uzanan bir yelpazede yazıyorsunuz. Bu geçişlerde sizi yönlendiren içsel dönüşüm neydi?
Çocukluğumdan beri içimde alev alev yanan kitap yazma tutkusunu gerçekleştirmek için hangi konuda ne yazacağım diye yıllarca düşünüp durdum. Daha lise yıllarından başlayarak yaşamla ilgili püf noktaları toplamış ve dosya hâline getirmiştim. O dosyayla “Hayat Mecmuası”na başvurduğumda kendimi “Aklınızda Bulunsun” başlığı ile bir köşe yazarı olarak buldum.
Önce “Hayat Mecmuası”nda, sonra “El Ele” dergisinde yetişkinlere yönelik yazılar yazdım, ek dergi “Bindallı”yı çıkardım, röportajlar yaptım. Çocuk kitaplarına dönüşüm tamamen tesadüf oldu. Yazar olmak, kitap yazmak istiyordum evet ama çocuk kitabı yazacağım aklımın ucundan bile geçmiyordu. Mavibulut tarafından 1991’de yayımlanan ilk çocuk kitabım “Geceyi Sevmeyen Çocuk”taki masalları 1989-90 yılları arasında kendi çocuklarıma anlatıyordum. Anlattıklarımı unutmamak ve tekrarlamamı istediklerinde kâğıttan kolayca okumak için daktiloya geçirmeye başlamıştım. Neden sonra onların kitaba dönüşerek yayımlanabileceğini fark ettim.
O yıllarda bazı çevrelerce çocuk edebiyatının yetişkin edebiyatından ayrı olmadığı savunuluyor, hele hele kimilerince “Çocuk kitabı mı? Ne olacak ki, üç beş sözcükle iki üç cümle yaz, olsun çocuk kitabı!” diyerek küçümseniyordu.
İki yetişkin öykü kitabımı (Beni Bırakma Hayat/1998, İki Ucu Yolculuk/2000) yetişkinler için de yazabilecek yetkinlikteyken çocuklar için yazmamın bilinçli bir seçim olduğunu kanıtlamak için yazmıştım. Çocuk kitapları yazmak asla sanıldığı kadar kolay değil; aksine, çok yönüyle yetişkin edebiyatına göre daha incelikliydi.
Zaman zaman yazmanın bir tür terapi, bazen de direniş olduğunu söylüyorsunuz. Sizinki hangisi?
Çocuklara güçlü bir kişilik kazandırmak, becerilerini geliştirmek, hayata dair ipuçları sunarak yollarına ışık tutmak bir direnişse o zaman öyledir herhâlde. Çocuklara yazma amacım bu, zaten kitaplardan da yansır o ışık.
Her öykünün kahramanı sensin sanacak ve kahramana yüklediğin her yanlışı, her olumsuzluğu senin hayatında aramaya başlayacaklar. Buna hazır mısın?
Kadın yazar olmanın Türkiye’deki edebiyat sahnesinde karşılığı sizce bugün ne durumda?
Yetişkin edebiyatında kadın olmanın güçlükleri konusunda Ayla Kutlu uyarmıştı beni. “Her öykünün kahramanı sensin sanacak ve kahramana yüklediğin her yanlışı, her olumsuzluğu senin hayatında aramaya başlayacaklar. Buna hazır mısın?” demişti. Evet, hazırdım ama epey ruh yorucuydu. Her öyküdeki kahramanın yaşadığıyla özleştirilmek yetmemiş, bir öykümle ilgili de “Ooo, seks hayatını yazmışsın.” diye suçlanmıştım. İşin ilginci, bu tür yıkıcı eleştirileri yapanlar da genellikle kadın yazarlar oluyordu.
Olsun, amacım zaten yetişkinler için yazabileceğimi kanıtlamaktı. Canım isterse yetişkinlere de yazabilirdim ama istemiyordum işte.
…Masallarımın biri hariç tümünde kahraman için kız ya da oğlan tanımı yapmayıp sadece “çocuk” diye adlandırmıştım…

Yazarlık kariyeriniz boyunca “kadın olmanın sesi” sorumluluğunu hissettiniz mi?
Hayır, öyle bir misyon edinmedim zaten. Her anlamda evrensel bakışla yazmayı benimsiyorum. Örneğin, masallarımın biri hariç tümünde kahraman için kız ya da oğlan tanımı yapmayıp sadece “çocuk” diye adlandırmış, hangi cinsiyeti seçerek resimlemek isteyeceğinin tercihini ressamlara bırakmıştım. 1990-95 tarihleri arasında yayımlanan masal kitaplarım (Geceyi Sevmeyen Çocuk, Canı Sıkılan Çocuk, Sabahı Boyayan Çocuk gibi) her iki cinsiyeti kapsayan başlıklar taşır.
Yazarlık yolculuğunuzun dönüm noktası olarak gördüğünüz bir an var mı?
Birçok durak, birçok yolculuk var. Yazarlık hayatım, 1974’te “Hayat Mecmuası”nda köşe yazarlığıyla başlamıştı. Onca yıl içinde kimi motive edici kimi duraklatıcı dönüm noktaları olması doğal tabii.
Zamanın geçişi, insanın dönüşümü ve yazının kalıcılığı… Bu üçlü arasında siz kendinizi nerede konumlandırıyorsunuz?
51 yıldır sürdürdüğüm yazın hayatımda eğer 1991’de basılan masallarım bugün hâlen tekrar tekrar basılıyor ve okunuyorsa “yazının kalıcılığından” söz edebilirim. Daha yazar olmanın hayalini kurduğum çocukluk dönemde hedefim “kalıcı” olmak, edebiyat tarihinde yer almaktı. En başından günümüze, kendime yüklediğim bu sorumluluğun bilincindeyim.
Okurlarınızdan gelen geri dönüşler arasında sizi en çok etkileyeni hatırlıyor musunuz?
Emin olun öyle çok var ki… Önceleri gelen mektupları yanıtlarımın kopyasıyla birlikte dosyalıyordum. Baktım dosyalar rafları dolduruyor, sadece mektupları saklamaya başladım. Derken sosyal medya iletişimi galip geldi. Internette her kanaldan yazıyorlar, ben de oradan yanıtlıyorum. En azından ağaçlar kurtuldu…
Artık her şeyin kaydı hem var hem yok. Her iletişim, üzerine gelen yüzlerce yeni iletinin o kadar gerisinde kalıyor ki bir kez yanıtlandıktan sonra bir daha o iletiyi bulmam imkânsız hâle geliyor.
Beni en çok etkileyen iletiler, kitap okuma sevgisini kitaplarımla kazandıklarını söyleyenler ve yaşadıkları ya da gördükleri herhangi bir şeyi okudukları kitabımla özdeşleştirip bana duyuranlar oluyor.
Bir de çok sayıda yetişkinden ileti alırım. Çocukken okudukları kitaplarımın onlarda bıraktıkları olumlu izlerden söz ederler. Kiminin artık kendi çocukları vardır ya da 30-40 yıl önce kendi çocuğuna okuduysa artık torunları vardır. Ah, bir de özellikle öğretmenler… Onlardan gelen yüreklendirici iletiler özellikle duygulandırır beni. Çocuk ve gençlik kitaplarına adanmışlıkla geçen ömrümün, bu özveriye değdiğini hissederim.

Yazdığınız her kitap, sizin için bir dönem mi temsil eder; yoksa hepsi aynı bütünün farklı yankıları mı?
Her kitap okuyana, kendi gelişimini destekleyen bir harç koyar. Kitapların tamamında bir bütünlük vardır. Kendine, ailesine, ülkesine, tüm dünyaya olumlu katkı verebilen, iletişimi ve algısı güçlü, kendi çözümlerini üretebilen, yaratıcı gücü yüksek bir bütün kişilik, özgür bir birey olma bilinci…
Çocuk edebiyatı denince Türkiye’de akla ilk gelen isimlerden birisiniz. Sizce bir çocuğa hitap etmek, bir yetişkine seslenmekten nasıl farklıdır?
Yetişkinlere seslenirken her sözcüğünüzü tartmak, her cümlenizden çıkabilecek anlamları sezinleyerek bir olumsuz gönderme varsa cümlenin yapısını değiştirmek zorunda değilsiniz. Özgürce aklınızdaki her şeyi yazabilirsiniz.
Bu oyalayıcı zorluğa rağmen çocuklar için yazarken ya da onlarla iletişim kurarken kendimi daha rahat ve özgür hissederim. Sanırım algım ve eğilimim çocuklara daha yakın, ondan.
Dijital çağın hızında yetişen yeni kuşaklara kitap okuma sevgisini aşılamak sizce hâlâ mümkün mü?
Elbette mümkün. Çözüm; severek, heyecan duyarak okuyacakları kitaplarla buluşmalarını sağlamak. Oysa yetişkinler eğitici, öğretici, ille de çocuğuna ders verecek sıkıcı öyküler satın alıyor ve yazarları da öyle yazmaya zorluyor.
Bu konuda en iyi yanıtı “Mükemmel Öykü” başlıklı kitabımda verdim. Artık bu konuda kalp kırmadan başka ne denebilir bilemiyorum.
Yazmak, bir aşktır, tutkudur.

Bugün kalemi ilk kez eline alacak genç bir yazara bir cümleyle ne söylersiniz? “Kulta” okurları için ne söylemek istersiniz?
Yazmak, bir aşktır, tutkudur. “Benim de bir kitabım olsun.” hevesiyle yola çıkanlara diyecek sözüm yok, onlar zaten ücretini ödeyip herhangi bir yerde kitaplarını kolaylıkla bastırabilir.
Gerçekten yazar olma aşkıyla yanıp tutuşan gençler ise bir yandan okuyarak yaratıcılıklarını ve dillerini geliştirsinler bir yandan da yazsınlar, hep yazsınlar. Hayallerinin gerçekleşeceğine dair inançlarını asla yitirmesinler, bilsinler ki bir gün önlerinde kapılar açılacak. (İki cümle oldu.)
İlk kitabımın basılmasına kadar olan süreçte hangi kapılardan geçtiğimi ya da geçemediğimi(!) okumak isteyenlere www.aytulakal.com sitesindeki “Masallar ve Kapılar” başlıklı yazımı öneririm.
Kulta ekibi ve okurlarımız adına sizlere teşekkürlerimizi borç biliriz…
Yaratıcı sorularınız için çok teşekkür ederim.