menu Menu
Bir Farenin Masalı
İlkin küçük bir prensi dünya boyunca yürüttük, kimse duymadı. Hem duymasınlar küçük prensleri! Nebilerin bedduaları okunur bir rüya boyunca ardıllarına.
Siya Jandar N°3 / Yol, Şiir
Dünyanın Kalbinde Bir Ben Ağrısı Önce Kırık Dallar Sonra

Bir kedi oradaydı, katildi.
Bir fare kahramandı.
Krallıklar yıkılmış,
yerine demokrasi geçiyordu.
Sokrates,elinde bir zeytin dalı, farelerin agorasında geziniyordu.

Kahramanların zirhları kedilerin kıllarından yapılmıştı.
Kahramanların marşları,farelerin kesilmiş başlarına atıftı.

Ey marşın sahibi fareler!
Ey katillerin yüzü kediler!
Sultan Süleyman’ın naaşı geçiyor,
melodramik bir senfoni eşliğinde.
Yahuda ve Lat,ilk defa bir ayette geçiyorlar:
Farelerin Yahuda’sı,
Kedilerin Lat’ı diye.

Çin Seddi’ni insanlar yapmış,
Mekke’yi Ebabil kuşları koruyormuş,
Fil denilen hayvan devlerden.

Aristo, İskender’e dört ana maddeyi unutturmuş.
İpek Yolu’ndan,
ateşe ve suya,
toprak ve havaya.

Dünyayı dört defa hicret etmiş makineler.
Önce bedevilere,
sonra Mars’a uğrayacaklarmış.

Kedilerin ahı var farelerde.

Bir İsa gerekli bize,
bir de çarmıh.
Yoksa Alamut’ta nasıl dolaşır
Hurriler ve peygamber müritleri?

Bir ağaç gerekli bize,
zeytin ve hurmadan.
Yoksa nasıl ant içer Rab
ayetler boyunca?

Bir ses gerek bize,
sudan ve topraktan.
Yoksa nasıl rahmi açar Havva’nın
çorak Aden’de?

Bir çöl gerek bize.
Yoksa nasıl bulurum Zemzem’i
göbek bağımda?

Bir taş gerek bize.
Yoksa nasıl yol bulurum
Mescid-i Haram’da?

Bir el lazım bize,
Bakire Meryem renginde.
Yoksa bu kervan
varamaz İsfahan ve Kâbil’e.

Bir müjde gerek bize,
Sina’da,Hira’da.
Kutsal kitaplara ne gerek?

Peygamberler çarıklarını
bıraktılar uygarlık adına.
Bu çarşaf,
bu recm,
Rabbin ağıtlarından kalma.

Yüzün, denizin ortasında bir kaynak.
Bütün çöl,yüzüne ulaşmak için dua.

Suya ve şehlaya.

Bir baba uzaktan gelecekse,
toprağı kuraklık vururmuş.
Tüm vakitlerden önce,
betona ve asfalta kaplanmış o evlerde.

Bir kavim, bir başka kavimi öldürmeye gitmiş
su başına.
Bir dua,bir beddua ile kol kola gezmiş.
Nedir bilinmez bu suyun lügatı,
öncesi lal,
sonrası kal,
ve şimdi kelamda.

Bu masalın sonunda ve başında vurulmuş çocuklar var.
Ve biliyorum,bütün dağlar denize uzak olur.
Kuşlar hiçbir zaman gittikleri yoldan dönmezler.

Bana nesneleri gösteriyorlar,
gözleri dikilip konuşan diller bunlar.
“Ne çok emin herkes,bu başlangıç bu son” diyorlar.
Oysa daha dün bir ev yıkılıyordu,
bir babanın koltuk altında.

Çölü susuz bırakan Rab:
“İnsan ancak ölünce unutulur.”

Suya yazı yazmış peygamberler vardı,
su ile giden.
“Gözlerin şehla”.

Oturup anlatabilir misin,
masalların neresinde kesilmiş başları,
suyu ve tuzu aynı toprakta katleden efendileri?
Madem dönüşümüz yine anne rahmine
ve Tanrı zulmüne,
bir ayet daha indirebilir mi
gecede kalmış peygamber ulakları?

Madem öyle diyorsun,
söyle!
Kaç sese şehla denilir
bu ahir zamanda…

İlkin ellerine baktı,
balıkları yitirmişti orada.
Suyun ve sesin uğramadığı bir coğrafyadaydı.
İpek Yolu’nda batık,
eski ve yitik bir kültürden kalmıştı
şehla gözlerin.

İlkin küçük bir prensi dünya boyunca yürüttük, kimse duymadı. Hem duymasınlar küçük prensleri!
Nebilerin bedduaları okunur bir rüya boyunca ardıllarına.

Sonra küçük kara balığı yolladık sığ sulara doğru.
Duyan var mı bu sesi?

Ama suyun şehlası vardı elbette,
Meryem Ana’dan kalma.


Önce Sonra

keyboard_arrow_up