Başlığa bakıp akademik bir çalışma bekleyenler için üzgünüm. Ben biraz da bana tesir etmiş birkaç yoldan bahsedip gideceğim. Yol deyip geçmeyin çünkü yol, sağlam metafordur. Örnekleriyle açıklayacağım şimdi.
Öncelikle yol metaforu hem somut hem soyuttur. Bu yüzden herkesin bir “yol”u vardır ve ürettiği estetik içerisinde bir yol bulup onu sembolleştirir. Bu hâliyle güncel ve kullanıma da daima açıktır. Uzak mesafeler arasındaki bağlantı olması açısından, tüm özlem ve kavuşma lirizmi içerisinde mutlaka bir yol kavramı vardır.
Edebiyatta hiç beklemediğimiz bir anda veya eserin en can alıcı noktasında birden önümüze bir yol çıkar. Edebiyat devi Tolstoy’dan başlayarak ilk örneğimize doğru yol alalım. Tolstoy şöyle bir cümle kurar: ‘‘Tüm muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar: Ya bir insan bir yolculuğa çıkar ya da şehre bir yabancı gelir.’’ Okuduğunuz gibi ‘‘yol’’ büyük hikâyelerin başlangıcıdır.
Bu yol, Ahmet Telli için şiirinde belirttiği gibi “ayrılık mevsimidir.”
Ahmed Arif’in işkence sonrası bir ceset gibi bırakıldığı yerdir. Adnan Yücel’de bu yol, devrime çıkar. Ahmet Mithat Efendi’nin soğukta yalın ayak yürüyüp Mısır Çarşısı’na vardığı güzergâhtır bu. Sabahattin Ali’nin direksiyon salladığı ve en sonunda ölüme gittiği yollar bu yollardır. Hemen hemen her edebiyatçının şöyle ya da böyle bir şekilde değindiği yol metaforu, sonsuz bir kaynak gibi ilham vermiştir. Kimi Necip Fazıl gibi kaldırımlarında beklemiştir kimisi Orhan Veli gibi camekânlarına bakakalmıştır. Aşık Veysel bu yolu yürüyüp Ankara’ya varmıştır.
Albert Camus’nün Cezayir’in özgürlüğüne karşı annesinin bir bombayla havaya uçmasını istemediği bu yol, Ali Lidar’ın kendisine Beşiktaş forması alınmadığı için ağlayıp çıkamadığı sahadır yol. Amin Maalouf “Yolların Başlangıcı” derken neyi kastetti tartışılır ama Ataol Behramoğlu o yolun başında sıraya girer Cemal Süreyya’dan imza almak için. İşte böyle, yol herkes için bir anlam taşır.
Kötü başlasa da iyiye giden yollar vardır. Mesela Halikarnas Balıkçısı sürgün gittiği Bodrum yolunda Bodrum’u görüp oraya âşık olur. Charles Bukowski, kenar mahalledeki ev yoluna akşamları babasından dayak yemek için düşer. Her seferinde başına ne geleceğini bile bile yürür evin yolunu. Yıllar sonra neden böyle yazdığı sorulduğunda cevap vermek için altmış yıl öncesinin yollarına boşuna dönmez. Chuck Palahniuk, yaralı yüz metaforuyla çağın insanının saklandığı o kirli maskeyi nerede tasarlayıp betimledi dersiniz? İnsandan kaçtığı günlerde saklandığı bir kamp yolunda bütün edebiyat altyapısını kurup tasarlar. Hıdır Murat Doğan onu mu takip etmektedir, soruyorum: “Biraz Ormanda Saklanacağım’’ derken yollara düşüren varoluşçu kırgınlıklar, aynı olabilir mi?
Sevip saydığımız Didem Madak’ın bir kış günü sırf hademe çocuğu diye buz gibi suyu çocuğun kafasından aşağı döktüğü anıyı bilmezseniz anlatırım fakat Didem Madak anılarında bunu anlatırken ömrü boyunca en etkilendiği sahne olarak o çocuğun gözlerini unutamadığını söyler. Çünkü çocukla göz göze gelmiştir yolda. Ardından ‘‘… Benim için şiir yazmak, onun gözlerindeki kocaman ve kara acıdan bir çeşit özür dileme biçimi.’’ demiştir.
George Orwell, meşhur ‘’Hayvan Çiftliği’’ adlı eserini yazma fikrinin ilk olarak sizce nereden edindi? Kendisinin bizzat anlattığı gibi, bir gün yolda bir çocuğun hayvana acı çektirdiğini görür. Hayvanın çektiği acıyla empati kuran yazar, “Hayvan Çiftliği” adlı eserinde insan denilen canlının hayvan üzerinde nasıl bir sömürü kurduğunu sembolik olarak anlatır. Çünkü yol, empati kurma yöntemidir. Edgar Allan Poe “kuzgun” metaforuyla kurduğu fantastik dünyayı Charles Dickens ile tartıştığı gecenin ardından düştüğü yolda bulmuştur. Edgar Allan Poe ismi kuzgun ile beraber anılacak ve kuzgun, bu şair için bir imgeye dönüşecektir. Yol, ilhamdır.
Edip Cansever, Ahmet Hamdi Tanpınar’a şiirlerini göstermek için Narmanlı Han’a yürürken yol boyu yaşadığı heyecanı çok sonradan anlatır. Hocasının yazdıklarına güzel demesiyle aynı duygularla yola düşer. Bilinmez ama belki de eve döndüğü yolda kendini yeniden inşa etmiştir Edip Cansever.
Erdal Öz, Sovyet Yazarlar Birliği’nin davetlisi olarak gittiği Sovyetlerde Leningrad yollarında taksicinin Nazım okuduğunu fark eder. Yol gözleri açar çünkü. Hasan Kıyafet’in de gözleri yolda açılmıştır. Yılmaz Güney ile ilgili yazdığı kitabı imzalamak için Siverek’e gider ama yolda jandarma tarafından durdurulup kitaplarına el konulur. Yazar, yasaklı olmayan kitaplarına el konulup Siverek’e giremeyeceğini anlayınca İstanbul otobüsüne binip Urfa’da tekrar iner. Ardından başka bir araçla Siverek’e gider. Gün boyu yolları gider gelir. Sonunda amacına ulaşır. Yol, bir çeşit yol bulma biçimidir çünkü.
Fazıl Hüsnü Dağlarca, Kadıköy yokuşunda bastonuyla çıkmaktadır. Birden yoluna çıkan genç bir delikanlı onu durdurur. “Sen kimsin?” der üstat. Karşıdaki genç ‘’Şairim.’’ deyince üstat, “Ben 100 yaşına gelsem şairim demem kendime, s.ktir git.’’ deyip genç şairi yol ortasında bastonuyla döver. (çoğu zaman yapmak istediğim) Genç şairimiz o yolda o gün aydınlanmış olacak ki yıllar sonra bu anıyı onun ağzından dinleyebiliyoruz. Kaynak soranlar olacaktır belki burada. Kaynağı bu anıları anlattığım kitabım çıktığında öğrenebilirsiniz. Edebiyatta yolsuzluk yoluyla yollu işler yapmıyoruz. Her şeyin bir kaynağı ve yolu vardır elbette.
Gabriel Garcia Marquez, Kolombiya hükümetinin Komünist Parti’yi yasadışı ilan ettiği bir dönemde tehlikeli yolları aşarak Paris’e ulaşıncaya kadar yollarda neler düşündüğünü bilebilir miyiz? Yol, bu hâliyle bir biriktirmedir.
Ferit Edgü’yü Paris’ten Hakkâri’ye getiren yol, Füruğ Ferruhzad’ın kaza yapıp öldüğü yol, F. Nietzsche’nin Dostoyevski ile ilk karşılaştığı yol ve ardından bir atın kırbaçlanıp çöktüğünü görünce yanına koşup ağladığı yol farklı yollardır belki ama hepsi bir yerde onların edebiyatlarını şekillendiren en önemli unsurlardan birisidir.
Yol geçen hanına dönen edebiyat dünyasında yol kesenlerin yoldan çıkarmalarına kadar geniş bir tarihte yine de yola getirilen,yolunu seçen, kendine yol açan, yol bulmaya çalışan, yolu yordamı bir olup doğru yoldan ayrılmayanlara selam olsun.