menu Menu
Günebakan
Bir gün ben de o küllüğün içine peçete sokuşturmak istedim.  Bayramlık elbisemin üzerine dökülen küller annemi huzursuz etmiş, beni üzmüştü. Benim olmayan bir günahı b/öyle edinivermiştim. Şimdi başkalarının kabahatini yüklenmelerim ondan. Hoş, yine de bendim küllüğü amacı dışında kullanan…
Tuğba Martin N°3 / Yol, Öykü
Gölgelerin Ardında Önce Beraber Dönemediğimiz Ev İçin Sonra

Çok yol gittim. 

Vezirköprü’den Samsun’a gitmek bile şehirlerarası bir mesafeydi benim için. Yol şeritlerini sayamayan çocukluğum, 10’dan sonrasını şaşırır dururdu hep. Çaresiz başa sarardı, şimdi başa sarmalarım ondan.

Bizi sollayan arabaların içindekilere takılırdı gözüm: Otobüste gidenlere acınası gözlerle bakan, rahatı yerinde insanlardı. Babamsa arkalarından bakakaldığı o arabaların markalarını sayardı: Kartal, Şahin, Reno 78, Lada Samara… 

Ah! Söylenişi bile ne güzel! “Belki bir gün bizim de Lada Samaramız olur değil mi baba?” 

-Olur kızım, bir gün bir “arabamız” olur. 

Ama ben ille de Lada Samaramız olsun istiyordum, olmadı; biz ki parası kıt kanaat geçinmeye yeten memur çocukları…

Yol diyordum.

Aksıran tıksıran, geğiren, sigara içenlerden mütevellit… 

Sigara içmek k/ayıba kaçmıyordu o vakitler. Koltukların arkasında yer edinen küllüklerin içine zar zor sigaralarını sokuyorlardı insanlar, zaten astigmatı olan gözlerimi yakıyordu dumanları.  Göremiyor, çaresiz içime çekiyordum milletin dumanı üflerkenki ahlarını, oflarını… Tütün memleketi Samsun’da bu pek de yadırganası bir durum değildi, babalar gibi Samsun cıgaramız vardı, babam ben hastalanınca sigarayı bıraktı.

Bir gün ben de o küllüğün içine peçete sokuşturmak istedim.  Bayramlık elbisemin üzerine dökülen küller annemi huzursuz etmiş, beni üzmüştü. Benim olmayan bir günahı b/öyle edinivermiştim. Şimdi başkalarının kabahatini yüklenmelerim ondan. Hoş, yine de bendim küllüğü amacı dışında kullanan…

Yollar diyordum.

Samsun’a her girişimizde annemin “Tuğba, bak işte deniz!” diyerek beni uyandırması, çocukluğumu sevindiren ilk şeydi. Denizi olmayan bir memlekette büyümenin hezimetiyle nasıl alkış tutardım, nasıl! Otobüste dağıtılan suyun büyüğüydü, hem de mavisi… 

İkincisi mi?

Margırus sayesinde kaplumbağa hızıyla aldığımız yolda izlemeye fırsat bulduğum günebakanlar… 

Güneşe dönük oluyordu yüzleri, hepsinin yüzü güneşe bakıyordu. Dedem gibi ekşimiş değildi suratları. Gayet sevinçli ve şenlerdi. Ben onları bu yüzden çok seviyordum. 

Dedemi sevmeye ç/alıştım. 

Bir tek yağmurlu günler boyunları bükük oluyordu.

Lada Samaralarıyla yol kenarında durma lüksü olan insanlar, onları koparıyorlardı. Âdeta dişlerini söküyorlardı tek tek çekirdeklerini çıkartırlarken. Bense gözlerimi kapatıyordum yanlarından geçerken. Güneşe bakmaya cesareti olmayan bu güneş gözlüklü insanların keyfi, benim için cinayetti. Bu kez acınası bakan bendim. 

Büyümeye yeltendiğim vakitlerdi, yaşım beşti. Ben sadece şehrimde gezinmekle yetinirken dayım kamyonuyla ülke dışına çıkıyordu. Bir gün bana İran’dan terlik getirdi. Pazarda beş liraya satılan meşhur İran terliğinin hası… Üzerlerinde kocaman birer günebakan vardı. Hava yağmurlu da olsa hep göğe bakıyorlardı. Üstelik kimse onları koparamazdı. Mutluydum, onlar gibi şendim artık. Lakin sevdiklerimizi ç/alan göğe, ne kadar çağırsam da bana görünmeyen Tanrı’ya, beni bırakıp işe giden anneme kızdığım bir gün onları koparıp attım yerlerinden. İnsanların çekirdekleri koparmalarını artık umursamadım. 

Velhasıl günebakanları olmadan giydim onları; onlarla ip atladım, top oynadım, köşeyi dönen babama koştum, bakkala gidip ekmek aldım, dedemden kaçtım, anneanneme sarıldım…

Çıplak ve minicik ayaklarıma batamayan çakıl taşları, terliklerimin altındaki boşluklara girerdi. Bir gün pes ettim velhasıl. Ayağıma takılan taşlara rağmen yürümeyi o zaman öğrendim. 

Anneannemin genç, Şinasi amcanın sağ olduğu, dedemin elden ayaktan düşmediği zamanlara;

Yabancıların henüz ayak basmadığı, üzerine asfalt atılmadığı, uçurtmamı uçurduğum yollara ait taşlarla bezeli o terliklerim…

Ben arabası olmadan yürümeyi onlar sayesinde öğrendim. Eğer bir kızım olursa ona da öğretecekler. Günebakanları kendi izin üzerine, kimilerinin gökyüzüne, onu bırakıp işe gidecek annesine…

İnadına güne, güneşe bakmanın ümidiyle günler aysın…


Önce Sonra

keyboard_arrow_up