menu Menu
Kömürlük
Kendimi korudum ben, diyecek oldum. Dilimin ucundan döndü geriye. İlk defa kendi sesimi duydum, diyecek oldum. Ses tellerimden geçemedi bile. Hayatımda ilk defa kendim için bir şey yaptım ben, diyecek oldum. Ciğerlerimden çıkarken söndü nefesim. Ben de insanmışım, diyecek oldum. Kaburga kemiğinin artıklarıyla yetin, dediler. Kapandı göğüs kafesimin kapıları. Dört, üç…
Sevcan Deniz N°3 / Yol, Öykü
Kaynağını Unutan Nehrin Yolcusu Önce Bekleme Salonu Sonra

Tak tak tak…

Uzun bir es, sonra bir tak daha. Kısa es, iç çekiş ve bir tak daha.

Eli hala tokmakta hissediyorum. Gözleri kapının deliğinde biliyorum. Nazım içeride yatıyor. Çamurlu ayakkabıları ters dönmüş, ters ters bakıyor. Son bir tak daha, belki gider diye ellerim kalbimde, kalbim sırtımda, sırtım kapıda.

Mercekten baktığımda ani bir hamleyle yaklaştı o da kapıya, göz göze geldik. Artık açmak zorundaydım. Aynadan boynumdaki kızarıklıkları görünce vestiyerden kaptığım gibi doladım şalı. Derin bir nefes aldım ve açtım. Kapı sadece aceleyle dilimlenmiş kek dolu tabağın geçeceği kadar aralıklıydı ama Sabriye abla tabii ki bununla yetinmedi. Bir eliyle tabağı uzatırken bir eliyle kapıyı iteledi nazikçe. Tepemden içeriye göz attı. ‘Afiyet olsun canım, kokmuştur dedim getirdim.’ Teşekkür edip kapıyı kapatacağım yerde ‘Buyur beraber olsun’ çıktı ağzımdan. Sabriye abla bu daveti geri çeviremezdi. Dün geceki seslerden sonra polis çağırmamış olması bile mucizeydi. Ve şimdi hakkı olan ödülü, merakını giderecek cevaplarla almalıydı. Oturma odasına geçecekken vazgeçip mutfağa yöneldi. ‘A dur hemen bi’ kahve yapayım bize’ derken cebinden iki paket toz kahveyi çıkardı. Kaçamayacağımı anlayınca su ısıtıcısının düğmesine bastım ben de mecburen. Ona arkam dönük, oyalanıyordum. Ne kadar az yüz yüze gelsek o kadar iyiydi. ‘Erken mi çıktı bugün Nazım?’ Kupalara sıcak suyu doldururken yüzüne bakmadan başımla onayladım. Sabriye abla mutfakta adeta delil arayan bakışlarla delip geçiyordu dolapları, tavaları, bıçakları. Bardakları, kaşıkları, bıçakları. Perdedeki desenleri, sarı bezleri, bıçakları. Su lekesi kalmış musluğu, beni ve tabii ki bıçakları. Kupaları yarısına kadar doldurmuştum. Ve başlıyordu artık sorular. ‘Dünkü haliniz neydi kız sizin? Vallahi az kalsın arıyordum polisi. Elim tam telefona gitti sesler kesildi. N’oldu kız yoksa soyunup yumuşattın mı hemen?’ İğrenç bir gülümseme yayıldı yüzünden mutfağa. Kusmak istiyordum. Merakı hem midemi bulandırıyor hem de sarılıp haykırarak ağlama isteği uyandırıyordu. Antreye doğru baktı. Kırılmış saksıdan fırlayan toprakları gördü.  Savrulmuş erkek botlarını. Sonra imalı bir bakış mı attı anlayamadım. İçimden sayı sayıyordum, avazım çıkana kadar bağırmamak için… On, dokuz, sekiz…

Dalgalanan mutfak dün geceye götürdü beni. Ağzından salyaları sağa sola saçılan Nazım üzerime yürüyordu. Ne suç işledim diye sorgulamam da neyin nesiydi? Bir suçlu varsa o bittabi bendim. Ben hep başkalarının suçlarını da yüklendim küçüklüğümden beri zaten. Anneme karşı babamınkileri, kardeşime karşı abiminkileri. Bunlar hep sırtımda birikti birikti de yumru oldular. Sonra da sırtımdaki o yükle ancak aklı eksik yüzü kesik Nazım’a uygun görüldüm. Yine kafası bir dünya eve gelmişti ve ben neden et yemeği yapmamıştım. O akılla kolumu sakatladığı için temizlik işine gidemediğimi ne mümkün hatırlaması. ‘Para mı vardı ki ala…’ Cümlemi tamamlatmadı.

‘Kız suyu kapat artık, göl olacak her yer’

Sıçrayarak kurtuldum dünden. Burnuma kan kokusu doldu, ağzıma botlara yapışan çamurlar. Başım dönmeye başladı sendeledim. Tutunacak neyim kalmıştı mutfağımdaki eşyalardan başka. Sessizce çöktüm sandalyeye. Karşımda sadece ağzı hareket eden bir canlı. Şimdiye kadar ben yoktum hep, bundan sonrası sizin yokluğunuz. Yedi, altı, beş…

Kendimi korudum ben, diyecek oldum. Dilimin ucundan döndü geriye. İlk defa kendi sesimi duydum, diyecek oldum. Ses tellerimden geçemedi bile. Hayatımda ilk defa kendim için bir şey yaptım ben, diyecek oldum. Ciğerlerimden çıkarken söndü nefesim. Ben de insanmışım, diyecek oldum. Kaburga kemiğinin artıklarıyla yetin, dediler. Kapandı göğüs kafesimin kapıları. Dört, üç…

Karşılıklı iç çektik.

Uzun bir es ve bir iç çekiş daha. Sonra kısa bir es…

Nihayet kalktı yerinden. Bir şeye ihtiyacım olursa mutlaka haber etmemi sıkı sıkı tembihledikten sonra kapıya doğru yöneldi. Aniden yatak odasına açılan küçük hole çevirdi kafasını. Yatak odasının kapısı kapalı mıydı diye duraksadım ve önüne geçip kontrol ettim. Sabriye abla anlamsız bakışlarıyla beni süzdü ya da bana öyle geldi bilmiyorum. Dış kapının önündeki son hayat dersleri de bitince kapıyı kapatıp, yaslandım. Ayaklarımın bağı çözüldü sanki, olduğum yerde sırtım kapıya dayalı bir şekilde oturdum yere. Gözyaşlarım güçsüz düşen ellerime damladı. İki, bir…

Korku…

Sonra büyük bir korku ve çaresizlik sardı tüm bedenimi. Hızla ayağa kalkınca başım döner gibi oldu yine. Toparlanıp oturma odasına geçtim. Odanın ortasında durdum. Sanki saatler geçmişti ayak parmaklarımı izlerken. Ve yine zil çaldı. Panikle sağa sola bir iki adım attım. Kapıya koştum. Sabriye abla sallanarak bekliyordu açmamı. Mercekten gördüğüm kadarıyla sırtına bir şeyler yüklenmiş. Benim yüklendiklerimden belki. Yüzümü gözümü toparlayıp açtım kapıyı. Direkt içeri daldı konuşmadan. Sırtındaki çuvalı yere bıraktı. Çuval boştu ama ağırdı. Sadece kendisinin ve Nazım’ın bildiği bir sırrı üflemişti çuvala. Kapının dışındaki kocaman valizi sürükleyerek içeri aldı. Sıfır…

– Kazma kürek kömürlükte.

 


Önce Sonra

keyboard_arrow_up