menu Menu
Modernliğin Batışı Üzerine Bir Vicdan Arayışı: Gemi Batıyor Seyreden Yok
“Gemi Batıyor Seyreden Yok” adlı eserde Rossi; aslında modern dünyanın düşünsel, etik ve kültürel çöküşünü merkeze alır ve bilimin ilerleyişi ile insanlığın vicdan kaybı arasındaki çelişkiyi tartışır. Bu makalede Rossi, aydınlanma düşüncesine yönelttiği eleştiriyi tarihsel ve felsefi bir bağlamda değerlendirir.
Kazım Aldoğan Dünya, İnceleme, N°3 / Yol
Bekleme Salonu Önce Mutlu Son’suz Sonra

Aydınlanma Çağı olarak üzerinde ortak bir düşüncenin olduğu 18.yüzyıla nasıl gelindiği konusu Aydınlanma Çağı’nın kendisi kadar önemlidir. Bu konuda önemli literal verilerin olduğunu göstermek bakımından İtalyan Filozof Paolo Rossi’nin ‘’Gemi Batıyor Seyreden Yok’’ adlı eseri önemli bir kaynaktır.

Paolo Rossi (1923-2012) bilim tarihi ve Aydınlanma Felsefesi üzerine çalışmalarıyla tanınan önemli bir düşünür. Rossi’nin çok değer verdiğim Modern Bilimin Doğuşu” adlı eseri de Türkçeye çevrildi.

“Gemi Batıyor Seyreden Yok” adlı eserde Rossi; aslında modern dünyanın düşünsel, etik ve kültürel çöküşünü merkeze alır ve bilimin ilerleyişi ile insanlığın vicdan kaybı arasındaki çelişkiyi tartışır. Bu makalede Rossi, aydınlanma düşüncesine yönelttiği eleştiriyi tarihsel ve felsefi bir bağlamda değerlendirir. 

Rossi bu eserde, kapsamlı olarak aydınlanmanın epistemolojisini özellikle 17. yüzyıla ve Francis Bacon’ın bilgi anlayışı ve modern aklın araçsallaşması kavramı üzerinden tartışır. Rossi,Bacon’ı bilimin babası olarak kayda geçer. Bacon’ın savunduğu şeyin, insanın doğayı ‘’sorgulaması ve yönetmesi” olduğunu savunan Rossi; sık sık “Novum Organum”dan referanslar alır. Salt Bacon değil elbette. Eserde Hollanda’nın (daha çok Amsterdam) 16.ve 17. yüzyıldaki bilimin önemli bir merkezi olduğu yönündeki varsayım ve Descartes, Galileo ve Newton’ın Aydınlanma Çağı’nın Prometheusçuları oldukları düşüncesi önemlidir. Rossi, 17.yüzyılın entelektüel devrimini, yani modern bilimin doğuşunu, insanlık tarihinin doğuşunun dönüm noktası olarak görür. Ancak Rossi, bu devrimin hem büyük bir umut hem de insanlık için trajik bir kırılma olduğunun altını çizer. Aydınlanmanın bilimsel vaadi, sonunda insanın kendi varlığını yok eden bir “teknolojik Leviathan” üretmiştir.

Rossi’nin asıl amacı, modern bilime yönelttiği etik eleştirinin günümüz felsefi krizleriyle nasıl kesiştiğini ortaya koymaktır. “Gemi Batıyor Seyreden Yok” eseri, ilerleme mitinin nihilizme dönüşünü ve modern çağın anlam kaybı bağlamından bilim, ahlak ve insanlık değerleri arasındaki kopuşu sorgulayan felsefi bir denemedir. Rossi’nin bu tezinden hareketle şu tespiti yapmak mümkün: “Aydınlanmanın bilgiye ve bilime duyduğu inancın teknokratik bir dünyaya dönüştüğünü ve hümanist değerlerin bu süreçte değersizleştiğini söyleyebiliriz. Rossi şöyle der: “Batmakta olan gemi, insanlığın kendi aklına ihanetidir.”

“Gemi Batıyor Seyreden Yok” metaforu, modern insanın kayıtsızlığına bir eleştiridir. İnsanlık çöküşteyken bireyler yalnızca seyircidir. Rossi, bu durumu “etik ilgisizlik” olarak tanımlar: Olan biteni fark eden ama müdahale etmeyen bir zihin hâli. Bilgi artarken anlamın azalması Aydınlanma Çağı’nın tipik bir sendromudur. Eser, bir bakıma bir “ahlaki uyarı”dır. Yer yer ironiye başvuran Rossi’nin metni, aynı zamanda edebi bir deneme formundadır.

Rossi’nin aydınlanma eleştirisini aynı zamanda bu konuda tarihsel olarak çığır açan Adorno-Horkheimer bağlamında tartışır. “Aydınlanmanın Diyalektiği”nde aslında sorulan soru şuydu:

Bilginin insanı özgürleşmesi gerekirken neden köleleştirdi?

Rossi ve Adorno-Horkheimer ikilisi, aynı trajediyi iki faklı felsefi benzerlikle ele alırlar:

Hem Rossi hem de Adorno-Horkheimer, 17. yüzyılı insan aklının “kurucu çağı” olarak görürler. Bacon burada “aklın kurtarıcısıdır.” Deneysel düşünce, dogmalara karşı bir başkaldırıdır. Ama aynı zamanda her iki düşünce çizgisinde de Bacon’ın “doğaya egemen olma” ideali, insanın dünyaya tahakküm kurma arzusunun başlangıcıdır.

Adorno ve Horkheimer’in ifadesiyle: “Aydınlanma, doğayı büyüden kurtarmak isterken, kendisi yeni bir büyüye dönüşmüştür.”Rossi de aynı olguyu daha tarihsel bir tonda dile getirir: “Bilim insanı özgürleştirmek için doğdu ama sonunda onu kendi icatlarının esiri yaptı. Her ikisi de soruna tarihsel-felsefi bir gözle bakar. Eleştirel kuram diliyle toplumsal ve kültürel eleştiri yaparlar. Frankfurt ekolünün tarihsel misyonu olan “eleştirel bilinç” geleneğini Rossi’de de görüyoruz. 

Konuya “Aydınlanma Diyalektiği” paradigmasından bakıldığında Paolo Rossi’nin “Gemi Batıyor Seyreden Yok”u ile “Aydınlanmanın Diyalektiği” aslında aynı gemiyi anlatır: Batmakta olan modern akıl gemisini. Ama Rossi daha tarihsel ve uyarıcı bir sesle konuşur: Hâlâ “Seyredenler uyanabilir.” der. Adorno ve Horkheimer ise daha karamsardır: “Gemiyi inşa eden akıl, onu batıracak olan aklın ta kendisidir.”der.

Daha önce de vurgulandığı üzere Rossi bu eserde, aydınlanma eleştirisini hem tarihsel hem de felsefi derinlikte kurmaya çalışır. Rossi, bilimin tarihini anlatırken aslında bir ahlak felsefesi yazmaktadır. Bilim ve vicdan arasındaki uçurum sık sık dile getiren Rossi’ye göre Bacon’la başlayan bilimsel düşünce; doğayı anlama çabasıyla yola çıktı ama zamanla doğayı denetleme, dönüştürme ve sömürme projesine dönüştü. Bugün bilim, insanı özgürleştirmek yerine ona hükmeden sistemlerin aracı hâline gelmiştir. Şu tespiti önemlidir: “Bilim, insanın iyiliği için doğdu ama insanın unuttuğu bir sorumlulukla yaşamaya devam ediyor.”

Gemi Batıyor Seyreden Yok” modern insanın duygusal ve ahlaki felcini simgeler. Dünya krizlerle, savaşlarla, ekolojik felaketlerle çalkalanırken çağdaş insan yalnızca “ekran başında seyirci”dir. Bu, Rossi’ye göre bir bilinçsizlik değil, tam tersine bilinçten kaçıştır. Tarihin trajedisi, artık bir “olay” değil; bir “alışkanlık” hâline gelmiştir.

Rossi, 21. yüzyılın bilgi patlamasını ironik bir dille eleştirir. Bugün herkes bilgiye erişebilir ama bu bilgi, anlam üretmeyen bir veri yığınına/enkaza dönüşmüştür. Bu nedenle “batış” yalnızca ekonomik ya da ekolojik değil, epistemolojik bir batıştır. İnsan artık çok şey bilir ama neden yaşadığını bilmez. Rossi’deki bu anlayış bizi Adorno ve Horkheimer’in “araçsal akıl” kavramına götürür. Rossi’nin farkı şuradadır: O, bu süreci mutlak bir karamsarlıkla değil; ahlaki bir uyanış çağrısıyla anlatır. Yani Adorno’nun “kurtuluşsuz tarih” dediği yerde, Rossi hâlâ vicdanın olasılığını arar. Bacon’ın başlattığı bilgi devrimi, 20. ve 21. yüzyılda teknolojik rasyonalizme dönüşmüştür. İnsan artık anlam değil, verimlilik peşindedir. Ancak Rossi, Adorno-Horkheimer’in karamsarlığının aksine, hâlâ bir “uyanış olasılığı”na inanır. Onun için insan, hâlâ seyirci olmaktan vazgeçebilir: “Seyretmeyi bırakmak, düşünmeyi yeniden öğrenmektir.”

“Gemi batıyor ama hâlâ bakmayı öğrenebiliriz.” Bu cümle, Rossi’nin eserinin etik omurgasını oluşturur.

Eser, epistemolojik olduğu kadar varoluşsal bir metindir. Rossi, modernliğin sorununu yalnızca bilgi sisteminde değil; etik duyarlılığın çöküşünde görür.“Gemi batıyor” ifadesi, bir medeniyetin kendi ürettiği bilgiyle kendini yok etmesini simgeler. “Seyreden yok”  ise bu çöküşü fark etse bile tepki vermeyen postmodern bireyin edilgenliğini göster.

Rossi için tipik bir İtalyan hümanisti yazar diyebiliriz. O; deneme diliyle, tarihsel örneklerle ama derin bir içsel sesle yazar. Okuru düşünmeye davet eden meditatif bir tonda akar. Zaman zaman ironi, zaman zaman sitem ama her zaman insanî bir melankoli vardır. Bu yönüyle kitap, Adorno’nun karanlık aforizmalarından çok, Montaigne’in denemelerine yakın bir ruha sahiptir. Düşünceyle birlikte insanın iç sesini de tartışır.

Onun için “ılımlı” bir eleştirmen demek yanlış olmaz.


Önce Sonra

keyboard_arrow_up