menu Menu
Mutlu Son’suz
Doğrumuz bir değildir ki bizim yollarımız kavuŞsun. Biz şimdi dosdoğru yürüyerek nasıl karşılaŞıp, buluŞalım? Bizim yollarımız çakıŞır ancak, en nihayetinde çeker çekiŞtirir yine birbirimizi yoldan çıkarırız.
Aslı Ahıskalı N°3 / Yol, Öykü
Modernliğin Batışı Üzerine Bir Vicdan Arayışı: Gemi Batıyor Seyreden Yok Önce Son Gölgeden Sonra Sonra

“Kelimeleri kullanmayan bir ses var.
O sesi dinle.”
Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî

Siz bilmezsiniz ama nicedir şu “Ş” harfi ile fena kapıŞıp dururuz biz.

Bazı hâlleri var ki inanın çok canımı sıkar benim. “Vallahi de billahi de ben tanıŞtığımıza* hiç memnun olmadım.” deyiveririm. Ama pek de söz geçiremem kendisine.

Nasıl mı? 

Şöyle ki:

İŞte ve oluŞta eh hadi neyse de bana kalsa işteŞlik münasebetini tümden çıkaralım derim lügatımızdan. Neyi ortaklaŞa yapaduruyoruz ki biz? Herkes iŞine geleni, iŞine geldiği gibi anlar olmuş çoktandır. Bari bize de doğrusu anlatılsın, hepimiz rahat bi’ nefes alalım.

Misal, iŞimize geldiğinde kapıldık birbirimize deriz, iŞimize gelmeyince kapıŞtık olur onun adı. Kaptıkça inceyi, kapana kısılmıŞ gibi hissederiz. En sonunda da ya kapanırız içten içe ya da meseleyi tümden kapatıveririz. 

Demek ki diyorum iŞte, ben de aynı anda ve birlikte yapınca da hissedince de pek de bi’ şey beceremeyip epeyce yüzümüze gözümüze bulaŞtırıyoruz biz.

“Dur yahu!” diyor. 

“Çatma öyle hemen bana. Ne günahım var ki şimdi benim? Gel bi’ enikonu konuŞalım* şu meseleyi önce.”

“Söz duyulur bir şey mi ki?” diyorum.

“Kendimizi başkasının yerine koyamayız ki biz konuŞmuş olalım. Ayinesi iŞtir bizde kişinin, lafa pek bakılmaz. Konu konuyu açtığıyla kalır, biz önünde sonunda çatıŞırız.”

“Olur mu yahu?” diyor bu sefer.

“İnsanlar konuŞa konuŞa anlaŞır. Sen anlatırsın, ben dinlerim. Ben anlatırım sen dinlersin…”

“Ama duyduğumuz yine kendimiziz.” diye kesiyorum sözünü.

“Kişi karşısındaki kendisi gibi bilir bizi de. Konduramayız öyle hemen olacakla biteceği biz. Senin yüzünden biz olsa olsa yanlı’ş anlaŞırız. Bundan sebeptir ki biz, anca gönülden gönüle konarız.”

“Yapma yahu!

    Hemen öyle kestirip atma.” diye diretiyor. “Bi’ tartıŞalım* şu meseleyi önce. Elbet bi’ orta yolunu buluruz…”

“Senin tartın, bizim tartımız ile uyuŞur mu ki hiç?” diyorum.

“Biz nasıl tartıp biçip bir fikrin ince yerinde buluŞalım? Aynı doğruda kesiŞemedikçe, kesip biçip olan biteni kılıfına uydurmak olur, olsa olsa bizimkisi.” 

“Gel yahu!” diyor.

“İnat etme de barıŞalım* artık. Sen bana bir adım atarsın, ben sana…”

“Birbirimize doğru adım atsak ne olur?” diyorum, “Doğru adımı atamadıktan sonra…

    Doğrumuz bir değildir ki bizim yollarımız kavuŞsun. Biz şimdi dosdoğru yürüyerek nasıl karşılaŞıp, buluŞalım?

    Bizim yollarımız çakıŞır ancak, en nihayetinde çeker çekiŞtirir yine birbirimizi yoldan çıkarırız.

“Ama yahu!” diyor bu sefer.

“Biraz anlayıŞlı mı olsan? Ne güzeldik ki biz! İliŞkimiz böyle bitmesin…”

“Anlamak diyorum dostum, tek kişilik bir mesele olsa gerek. Zira elbet anlayıŞsız görünür biri ötekine.

    Biz iki kişilik münasebetleri tek kişilik yaşamaya meyilliyiz. Kifayetsizliğimiz, muhterisliğimizden gelir bizim. İliŞiğimiz de eğreti durur. TutuŞtuk mu haddimizi aşarız biz.

     Kanarız, en çok da kendi sözlerimize. Ve kandırırız biz, en çok da kendimizi.

     Ona buna kanıp da şunu bunu kandırmalarımız da inan hafif kalır bunların yanında!”

“Görmüyor musun yahu?” diye isyan ediyor bu sefer.

    Kanımız kaynıyor hâlâ bizim birbirimize. Niye yeniden yakınlaŞmayalım ki şimdi biz?”

“Tehlikeli sulardasın.” diyorum. “Zira olmayanı oldurmaya meyillisin hâlâ.

    Tam da böyle oluŞur asıl mesafeler bizim aramızda, bilmez misin?

    Sendeki ben, bendeki sen değil ki bu biz; biz görüŞtük diyebilelim. YakınlaŞtıkça uzaklaŞırız biz.

    Biz, senden ötürü olsa olsa yalan yanlıŞ kaynaŞırız. Görüp görüŞeceğimize de pişman oluruz.”

“E, tamam yahu!

    Biz de -mıŞ gibi yaparız.” diyor can havliyle.

     Gülüyorum…

“Bir varmıŞ bir yokmuŞ gibi mi?” diyorum.

“Sahi, bu kadar basit mi ki dersin olmuş olanla olmuş olmayanı var ve yok etmek?”

“Yok öyle değil yahu!” diyor.

“Ama her şeyi de olduramayız ki biz. Birbirimizi duyuyormuŞ gibi, anlıyormuŞ gibi hatta görüyormuŞ gibi yaparız. Önemsiyoruz ki biz birbirimizi!” 

     Susuyorum…

      Bana kalırsa sözün bittiği yerdeyiz.

“Ama…”

diye bozuyor suskunluğumu.

“Yahu’lardan vazgeçiyor nihayet.” diye düŞünüyorum*…

“Yoksa nihayet elini belinden mi indiriyor?” diye düşlüyorum*…

“Demek ki diyorum,

     Sürdürmek ile sürtüŞmenin ayırdına varıyor.”

     Eli belinden aşağı kayıyor…

     Ve devam ediyor:

“Seviyorduk ki biz birbirimizi!

    Olmuyor mu ki böyle dersin?

    Yetmiyor mu bu şimdi sana?”

     İçimi yırtıyor yine sözleriyle.

     Bilmem ki bunu hâlâ nasıl beceriyor?

      Eli daha da aşağı kayıyor…

“Olur mu ki öyle dersin?” diyorum bu sefer de ben.

“Ama onun adı seviŞmek olmuyor. Senden ötürü yollarımız kesiŞti, kavuŞtu hatta birleŞti sanıverip, öpüŞüp* koklaŞır oluyoruz biz. Sonra da büyük yanılıyoruz. Zira iki gönül bir olmayınca sevgi de yetiŞmiyor.”

     İç çekiŞiyoruz öylece…

     Belli ki can çekiŞiyoruz.

     BitiŞememekten mütevellit

     Bitiveriyoruz sanki biz.

     Eli bile kıpırdamıyor artık.

     TelaŞlanıyorum.

     Ve ağzımdan bir kelime kurtuluyor: “KeŞke…”

     Bakakalıyorum onun bu en vasıfsız hâline…

      Bakakalıyor o bendeki çeliŞkili hâllere…

     BakıŞıyoruz 

     Öylece epeyce bir süre…

     Gülümsüyor yeniden.

      Kendi kendine mırıldanmaya başlıyor.

     Ve ben duyduğuma ŞaŞakalıyorum!

     Şşşşşşşş….

     İçimi susturuyor bu en yalın hâliyle.

      Düşünmeyi de bırakıveriyorum bi’ kenara.

      İyice içimi ısıtıyor bu tınısıyla.

      Artık üŞümüyorum. 

     Sadece gülümsüyorum, iŞten değil bu seferki, içten.

      Nihayet duyuyorum sesini diyorum.

      Demek ki ben düşündükçe üŞütüyorum.

      Oysaki ne güzel düŞlerimiz vardı sahi bizim…

     GülüŞüyoruz yine eskisi gibi.

     Kendimi teslim ediyorum davetkâr sessizliğine yavaŞşş yavaŞşş…

     Onun eli uzanıyor… uzanıyor… uzanıyor…

      Ve tek fiskede defediyor ç’engelini.

      Öyle bir sarılıyor ki bu defa,

      Yere devriliyoruz.

      Hemen oracıkta

      SarmaŞ dolaŞ olup

      Birbirimize karıŞıyoruz

     uSlu uSul…

   ♾️

     Böyleyiz iŞte biz bu Ş harfi ile.

     Bi’ küsüŞüp, bir barıŞırız.

     Söz ile SuS arasında bir yerlerde

     Kendimizden geçeriz.

     Hatta yeri gelir

     Kendimizden de geçeriz

     Ve fakat mümkün değil birbirimizden 

     Vazgeçemeyiz.

Aslı Ahıskalı

21 Eylül ‘24

#BazıKelimelerÇokManidar

•••

Soğuk söz duymuş bir gönül, kırk yaz görse ısınmaz.

Eski Türk deyişi

•••

Kapışmak: Eski Türkçe kap- “bitişmek, kapanmak, kapatmak, yakalamak” fiilinden evrilmiştir. Kapılmak-Kapanmak-Kapı-Kapak-Kapan (“tuzak”) kelimeleri de aynı kökten gelir.

Tanışmak: Eski Türkçe tanu, konuşmakfiili ile eş kökenlidir. Oğuz ve Kıpçak lehçelerinde “bilmek” anlamına gelen fiilin, “konuşmak” anlamına erken bir tarihte ayrıştığı anlaşılıyor. Günümüzde “bilmek, tanımaktan” çok “karşılıklı konuşmak” manasına gelir. Türkiye Türkçesi’ndeki t/d değişimiyle danış- fiilinde varlığını sürdürür. Tanık (“konuşan”) sözcüğü ilkinin değil ikincisinin türevidir. Tanımak fiilinden bağımsızdır.

Konuşmak: Eski Türkçe kon- “kendini koymak, yerleşmek” fiilinden evrilmiştir. Konu-Konuk-Konuşlanma kelimeleri de aynı kökten gelir.

Tartışmak: Eski Türkçe tart- “çekmek”fiilindenevrilmiştir. Tartı kelimesi ile aynı kökten türetilmiştir.

Barışmak: Eski Türkçe barış- “karşılıklı gitmek, yardımlaşmak, beraber yapmak” filinden evrilmiştir. Bu fiil Eski Türkçe bar- “gitmek” fiilinden türetilmiştir.

Öpüşmek: Eski Türkçe öp- “öpmek, yudumlamak” fiilinden evrilmiştir.

Kaynakça: nisanyansozluk.com
@sevannisanyan 


Önce Sonra

keyboard_arrow_up