menu Menu
Pazara Çıkarılan Yazarlar
Balon gibi şişirilen yazarlar çağındayız. Parlatılan bu isimler, kullanım süreleri bitinceye kadar rafta tutulmaya devam ediyor.
Alihan Demir İnceleme, N°2 / Ömür
Filmler Üzerinden Sıradan Olma Arzusuna Bakış Önce Ömür Yığını Sonra

Balon gibi şişirilen yazarlar çağındayız. Parlatılan bu isimler, kullanım süreleri bitinceye kadar rafta tutulmaya devam ediyor. Bir şekilde algılarımıza tecavüz edilerek karşımıza hep çıkarılan yazarlar pazarındayız. Çünkü hız ve haz çağının insanları olarak her şeyi en hızlı şekilde anlamlandırmaya, etiketlemeye, kodlamaya alıştırıldık.

İsmi parlatılan veya karalanan bir yazar, topluma bu şekilde pazarlanırken birkaç sıfat kullanmak yeterlidir. Bu hazır etiketlerimizi pekiştiren sahne ise Edward Said’in İsrail’e taş attığı sahnedir. Gerçek veya yalan bir görüntü üzerinden bize pazarlanan isimler, artık o yazarı kodlamamızı kolaylaştırmaktadır. Okumadığımız bilmediğimiz birçok kimse hakkında buna benzer hazır klişelerle iletişim kurar olduk. Yetersizliğimizi dile getirip özeleştiri kültürünü benimsemek yerine kendimize toz kondurmadığımız için hemen hazır kodlardan birini alıp muhabbeti kurtarmaya çalışıyoruz. Kimin hakkında nasıl bir yargıya varacağımızı internette sorar olduk.

Edward Said, İsraile taş attı mı?

Mesela Edward Said’i yazar ve aydın olmanın ötesinde büyük bir eylemci olduğuna da inanırız. Ortadoğu medyasında büyük bir Filistin destekçisi olarak anlatılan Edward Said’in İsrail’e taş attığı o meşhur fotoğrafı görmüşsünüz. Esasında bu fotoğraf on senedir medyada dönüp dolaşmakta ve bu fotoğraf üzerinden yazara büyük sıfatlar yakıştırılmaktadır.  Bu konuda yazar ne demiş, onunla ilgilenmeyiz çünkü bu bir zaman kaybıdır deriz. Bu konuda yazar ne yazmış okumayız çünkü amacımız onu okumak değil ortamda cahil görünmemektir.

Şimdi o güne gidelim ve neler yaşandığını yazarın ağzından dinleyelim:

Yazın Lübnan’a ziyarete gittim. İki ders verdim, ailemle ve arkadaşlarımla birlikte vakit geçirdim.  Bab-el-Fatma yani Fatma Kapısı isimli sınıra yakın bir yere gittik. Çok fazla turist vardı ve karşılarında çok büyük tel örgüler vardı. Yaklaşık 200 metre uzakta etrafı tel örgülerle ve beton ile çevrili bir gözetleme kulesi vardı. Muhtemelen kulenin içinde İsrail askeri vardı ama onları görmedim. Oldukça uzaktaydı. Bu konuda pişman olduğum kısım, olayın komik tarafının anlaşılamaması. İnsanlar birine taş attığımı düşündüler ama karşımda kimse yoktu. Aslında oğlum ve yanımızdaki gençler kimin taşı daha uzağa atabileceğine dair yarış yapıyordu. Oğlum iri yarı biri olduğundan en uzağa o attı. Kızım bana kardeşi kadar uzağa atıp atamayacağımı sordu. Babalık ve rekabet duygularımı harekete geçirdi. Bende bir taş alıp attım.

Medyada yıllarca gösterilen bu görsel ile yazara atfedilen İsrail karşıtlığı ve propagandasının temelinde yer alan gerçek bu. Medyanın propaganda ve algı üzerindeki gücüne dair de farklı bir anı olması açısından sizlere aktarmak istedim. 

Hangi yazar hangi kodlarla satılıyor?

Nazım Hikmet’i Piraye’ye indirgemek, nasıl bir daraltmaysa Yunus Emre’yi veya Mevlana’yı tanrısal yüce sıfatlarla kodlamak işimizi kolaylaştırır. Zamandan tasarruf sağlar evet. Burada asıl anlatmak istediğim, yazarların hazır kodlarla anılmasının yanlış olduğudur. Bu kodlama ve etiketleme merakı bizi bu yazarların eserlerinden uzaklaştırmamalıdır.  Aynı şekilde bu kodlamalarla çoğu zaman yüceltilen yazarlar, topluma bu yazarların dışında başka yazarları tanımaya da şans vermemektedir. Her zaman söylediğim gibi ismi çok geçen popülist yazarlar kendi etrafında bir kartelleşme yaratırken bu hazır kodları kullanır. Medya çoktan teşnedir bu işe. Burjuvazi bunun ekmeğini yer zaten. Kapitalizm çarklarını böyle kurmuştur. 

Sebahattin Aliyi öldürüüç kuruşa satıyorlar!

Kapitalizm, gölgesini satamadığı ağacı keser odun yapar yine de satar. Bu söz, günümüzde yazarlar üzerinden şöyle güncellenebilir: Medya, kitaplarını satmak istediği yazarı yere göğe sığdıramaz ve tüm kapıları sonuna kadar açar. Bu anlamda medyanın aradığı nitelik değildir. Hazır kodlarla yazarı etiketleyerek satmaktadır. 

Sözün özü, Anadolu’da taşrada binlerce edebiyat gönüllüsü değerli yazar bu kodlara sahip olamadığı için daldığı derinliklerde harf harf eserini emekle oluştururken kimse tarafından görülmez. Fakat üzerinden telif hakkı kalktığı için eserleri parça pinçik edilerek üç kuruşa üç harfli marketlerde satılan Sebahattin Ali daha çok satılması için tüm medyada işlenmektedir. Zamanında yazdıkları yüzünden barbarca öldürülen yazarımız, bugün de bu şekilde satılmaktadır. Daha önce Kafka için söylediğim ‘’Onu anlamak zordur ama satmak kolaydır.’’ derken de bunu kastetmiştim.   

Hepimiz biliyoruz ki bu bir pazar. Kimin nerede kaç paraya satılacağı hiç belli olmuyor.  Burada okurun ferasetine güvenmekten ve şunu tekrarlamaktan başka çaremiz yok: Medyanın her köşe başında karşınıza çıkardıklarına aldanmayın. Onun yerine edebiyatın dipsizliklerinde dil ve yürek işçiliği yapan yazarlara da şans verin.


Önce Sonra

keyboard_arrow_up