menu Menu
Son Gölgeden Sonra
Mavi’nin gözlerinde yılanların siyahlıkları parladı. ‘‘Evet,’’ dedi. “Anladım, hiçbir yas renkleri silemiyor. Ama kaplumbağamı bulmalıyım.’’
Nihan Özkan N°3 / Yol, Öykü
Mutlu Son’suz Önce Can Kurtar An Sonra

Sabah, Mavi’nin taş evinin pencere pervazına hafifçe düşüyordu. Sis, denizden köye doğru sürünerek gelmiş; dar sokakların taşlarında ince ıslaklıklar bırakmıştı. Mavi, pencerenin önünde durdu; her taş geçmişin sessiz bir tanığı gibi yılların yükünü taşıyor, sis her gelişinde anıları daha bir görünür kılıyordu. Ama artık geçmişin fısıltılarına kulak vermek zorunda değildi; içinde taşıdığı karanlık, sessiz bir deniz gibi derin soğuk ama canlı duruyordu. Ne sise ne de anılara ihtiyacı vardı.

Her sabah yaptığı gibi önce aynaları kapattı sonra da fırçasını aldı.  Duvarlar gri ve gece mavisiyle kaplıydı; bu renklerin onu geçmişten uzaklaştırıp kendi karanlığına yaklaştırdığını düşündü.  Fırçayı duvara bastırdı. Boya çatladı. Altında kırmızı bir tabaka belirdi. 

“Beni hatırladın mı?’’

Siyah’ı kaybettiğinden beri ilk kez duydu sesini.  Ama biliyordu. Bir gün onunla konuşacak, ona “Beni buradan çıkar.” diyecekti. Bu bir başlangıçtı. Önce onu oradan çıkaracak; sonra da sakladığı kaplumbağasını bulmak için çöller, denizler, dağlar aşacaktı. Hazırdı. 

“Elbette. Seni hiç unutmadım ki.’’

Kırmızı tabaka yavaşça açıldı. Titrek gün ışıkları üzerine geldikçe rengi koyulaştı. Önce kapkara bir çift göz belirdi. Mavi, gözlerini hiç ayırmadan uzun uzun baktı bu gözlere. Gün ışığı ürktü, daha çok titredi. Gözler hareket edince Mavi bir adım geri çekildi ama sonra durdu. 

Delikten önce simsiyah bir baş belirdi. Saçları geceyle aynı karanlıktaydı: Mavi’nin sabrını, yıllar önce unuttuğu kaplumbağasını saklayan gece kadar siyah. Ne kadar çok kahkaha unuttuğunu hatırladı. Sayıklar gibi konuştu.

“Seni buradan çıkaracağım. Bozulmuş musluktan damlayan ritmik damlalar gibi bir ses, unuttuğum her şeyi geri getirecek bana. Kovam itina ile dolacak. Dolmuş kovamı suyun altından çekmeyeceğim. Kahkahanın ve hatırlamanın ve bulmanın en taşkın hâlini yaşayacağım. Ancak o zaman… kaplumbağamı…. bulmaya…. adım… adım…

Siyah yavaşça çıktı delikten. Başını eğdi, utanır gibi konuştu:

“Sen aynalara bakmayı bıraktığından beri birbirine dolandı saçlarım, ben de taramayı bıraktım.’’

Mavi cevaplamadı. 

Sonra omuzları yavaşça yükseldi Siyah’ın. Her bir parçası çıktıkça evin içi biraz daha genişliyor, hava ısınıyordu. Sanki sabah taşların aralarında gezinen tüm sis buraya dolmuş, buharlaşmış, yükselmiş havayı yapış yapış bir sıcağa gömmüştü. Evin taş duvarları hırıltılı şekilde soluk alıp vermeye başladı. Her nefeste maviliğin tonları kararırken karanlığın tonları açılıyordu.

 Mavi, kaplumbağasını düşündü: Onu olduğu her hâliyle kabul eden, sarılıp uyuduğu sıcacık kendiliğini… Mavi’nin dudakları kıpırdadı ama sesi çıkmadı. Siyah, delikten omuzlarını iyice çekti; evin içi bir nebze serinledi. Ardından kolları belirdi; bileklerinden dökülen karanlık, halının desenlerine karışıp kıvrıla kıvrıla simsiyah yılanlara dönüştüler. Mavi eğildi, yıllara sokulup onları okşadı. Siyah konuştu:

“Beni önce çizdin sonra sildin. Şimdi, tekrar çiziyorsun.’’

Mavi’nin gözlerinde yılanların siyahlıkları parladı. ‘‘Evet,’’ dedi. “Anladım, hiçbir yas renkleri silemiyor. Ama kaplumbağamı bulmalıyım.’’ 

Siyah, karanlıktan kalan gövdesini yavaşça dışarı çıkardı.  Mavi’nin yazı yazmak için kullandığı sonra da katlayıp bir kenara koyduğu masa bükülüp bir kuşa, uzun zamandır yakmadığı lamba eriyip bir damla yaşa dönüştü. Kuş uçtukça uçtu, Mavi ağladıkça ağladı. 

Siyah’ın ayakları da çıktığında yer titredi. Zemin ikiye ayrıldı, taşların arasından kırmızı ışık sızdı. Mavi’nin nefesi kesildi. 

Siyah tamamen karşısındaydı artık. Teninde gece, gözlerinde sonsuz bir boşluk vardı. Elini uzattı, Mavi uzatılan eli tuttu. Evdeki tüm gölgeler yer değiştirdi. Sessizliğin ortasında Mavi kendi kalp atışlarını duyabiliyordu. Ama içindeki boşluk yankı yapmıyordu artık. 

“Artık bitti.’’

Mavi, bedenini siyaha yaklaştırdı; gözlerini hiç kaçırmadı. Siyah karşısında duruyordu, gözlerinde gece kadar eski ama yeni doğmuş bir ifade vardı. Bedenini daha da yaklaştırdı. Ayak bileklerinden yükselen ince duman, pencereden süzülüp gün ışığına karıştı. Evin taşları eski bir iniltiyle yerinden oynadı; sanki Mavi eve kapanıp, tüm aynaları kapattığından, kaplumbağasını kaybettiğinden, benliğini küskünlükle bu denli oyduğundan beri bütün köy ilk defa rahat bir nefes aldı.

Mavi’nin duvara bastırdığı fırça elinden kayınca açılmış tüm yarıkları kapandı. Artık Siyah’ın geri dönmesi imkânsızdı. İç içe geçtiler. Mavi ile siyah arasında kalan bir renk, pencere pervazına kadar yükseldi ve dışarı süzüldü.  Sis de peşinden gitti. Mavi, evdeki tüm aynaları bir bir açtı. Saçlarını taradı ve gülümsedi. Kapıyı açtı, koşar adımlarla dışarıya fırladı. Kaplumbağası bahçede ona bakıyordu.  Kendine ait bir sükunetle fısıldadı:

“Bitti, kabullendim. Artık eksilmeden hatırlayabilirim.’’


Önce Sonra

keyboard_arrow_up