Aynadaki yansımam, ölümün provasını yapan bir aktör
Makyajı dökülmüş, repliği unutulmuş.
O bensem, ben hangi perdenin figüranıyım?
Tozlu rüyanın bu kırık dökük sahnesinde.
Varoluşum, bir freskin solgun yüzü;
Ellerimde boya değil, kül tutuyorum.
Ruhum, tuzla yazılmış şiir denizinin kıyısında
Dalgalar geldikçe silinen izlerden ibaret
Kalemimden dökülen kelimeler,
gökyüzüne savrulmuş yıldız tozlarıydı.
Şimdiyse kömür karası boşlukta
Sessizliğe gömülen fısıltılar.
Vaktiyle coşkun akan nehir,
Artık kendi kabuğuna çekilmiş bir yılan
Zehrini kendine akıtan…
Kapanıp küllerin inzivasına
Saklıyorum cümlelerimi
Gri bulutların arasına
Göğe sorular soran rüzgâr
Bilsin nereye gittiğimi
Yıldızlar saklasın sırlarımı.
Kapanan gözlerimin ardında
Yankılanan tek şey: Hiçliğin senfonisi
Artık düşmüyorum bile,
Kendimi karanlığın dişlerine bırakıyorum
Çiğneniyorum, tükürülüyorum,
Evrenin sisteminde bir hiç olarak.
Ve bir cümle çıkarıyorum derinden,
Çökmüş yıldızın kalbine kazınmış:
‘Yakışıklı şairler erken ölür,
Tıpkı babam gibi.’